Sözleşmeli Öğretmenleri sevindirecek haber !

Sözleşmeli öğretmenlerimizin merakla beklediği 70 bin kadro tasarısı bugün TBMM de görüşüldü ve tasarı 15 Haziran daki birleşime ertelendi


Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve 3 Milletvekilinin Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, Emniyet Teşkilatı Kanunu ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı ve 3 Milletvekilinin; Kırşehir Milletvekili Abdullah Çalışkan ve 2 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/702, 1/714, 1/865, 1/887, 2/646, 2/703) (S. Sayısı: 508) (x)



BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.



Komisyon raporu 508 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.



Saygıdeğer milletvekilleri, alınan karar gereğince bu teklif, İç Tüzük'ün 91'inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.



Teklifin tümü üzerinde ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sinop Milletvekili Engin Altay'a aittir.



Sayın Altay, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)



CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 508 sıra sayılı torba Kanun Teklifi üzerinde CHP Grubu adına söz aldım.



Sayın milletvekilleri, bugün burada, Emniyet Genel Müdürlüğüne ve Millî Eğitim Bakanlığına kadro tahsis edeceğiz. Ben de, işin doğrusu, sıra sayısı bana gelene kadar böyle biliyordum. Ama gene, yirmi maddelik bir torba çorba kanun tasarısıyla karşı karşıyayız. Bunları yanlış bulduğumu ifade etmek istiyorum; bir.



İkincisi: 1 Ekimde açılan Meclisi, çoğu zaman gündüz ikide, üçte kapattınız, gene bir haftadır gece birlere, ikilere kadar�



ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) - Beş, beş�



ENGİN ALTAY (Devamla) - �milletvekillerini beşlere kadar çalıştırıyorsunuz, yani Hükûmete söylüyorum bunu. Hükûmet milletvekillerine karşı ayıp ediyor, hepimize, size bize. Böyle şey olur mu? "1 Temmuza kadar şunları yetiştirelim� Ev ödevi mi veriyorsun Parlamentoya? Ben çok biliyorum, ekimden beri çok günler ikide, üçte Meclisi kapattık arkadaşlar. Hepimizin bir şahsiyeti var, gururu var, izzetinefsi var. Tabii ki, çalışmak gerekirse yirmi dört saate yirmi dört saat daha katarız ama Hükûmetin bu konudaki yaklaşımının tam bir lakayıtlık olduğunu söylemek istiyorum.



Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısına evet oyu vereceğiz, hiç şüphe yok. Gerek Emniyet Genel Müdürlüğümüzün gerekse Millî Eğitim Bakanlığımızın gerçekten kadro ihtiyacı var. Ben ve partim, müteaddit defalar, özellikle Millî Eğitim Bakanlığındaki öğretmen açığının kapatılmasına yönelik olarak âdeta burada feryat ediyoruz, Genel Kurula ve Hükûmete yalvarıyoruz, önlerinde diz çöküyoruz ama Hükûmet, hep, her zaman olduğu gibi, özellikle millî eğitimle ilgili fevkalade nakıs davranıyor. Şimdi, bu, kamuoyuna da "70 bin kadro Millî Eğitime, 30 bin kadro Emniyet Genel Müdürlüğüne" diye�Şimdi öyle biliyor kamuoyu, belki birçoğunuz da öyle biliyorsunuz, işin aslının da öyle olmadığını biraz sonra belirteceğim.



Plan Bütçeye geldiğinde bu kanun teklifi Sayın Milletvekilleri, 70 bin öğretmen, 20 bin polis diye geldi ama Plan ve Bütçeden çıkarken gelen 20 bin polis kadro sayısı 30 bin oldu. Eyvallah, hiçbir itirazım yok ama gelen 70 bin öğretmen kadro ihdası -ama herkes bilsin ki bu 70 bin 2010'da değil, onu biraz sonra anlatacağım- 70 bin olarak geçti. Yani Emniyet Genel Müdürlüğüne AKP Grubu tarafından gösterilen cömertlik işsiz öğretmenlere gösterilmedi, sözleşmeli öğretmenlere gösterilmedi.



Aslında eğitime gereği kadar önem versek, eğitim konusunu Hükûmetiyle, Parlamentosuyla hep beraber biraz daha ciddiye alsak belki 30 bin tane polis kadrosu vermemize gerek kalmayacak çünkü direkt eğitimle ilintili bir mesele. Bugünkü toplum dünkü, dünden önceki öğretmenlerin iz düşümüdür, dünkü, dünden önceki eğitim politikalarının, eğitim yaklaşımlarının iz düşümüdür, manzara bu.



Şimdi, sayın milletvekilleri, kanunla polis memurlarına da öğretmenlere yapıldığı gibi bir "başpolis", "kıdemli polis", "kıdemli başpolis" gibi yeni unvanlar veriliyor. Tabii, ben bu işin teknik yanına bilmem, bana doğrusu çok mantıklı gelmiyor. Eskiden "başefendi" falan denirdi ama o işler geçti biliyoruz biz, polis memuru polistir. Onlar karakollarda kendi içlerinde zaten kıdem durumuna göre grup amiri, ekip amiri oluyor, bu işler bir düzen içinde yürüyor. Şimdi "Başpolis bey" mi diyeceğiz biz "başöğretmen" dediğimiz gibi? Onu da yanlış bulmuştum pedagojik olarak, bunu da yanlış buluyorum. Bu kısım kişisel görüşümdür.

26

Öte yandan sayın milletvekilleri, emniyet müdürlüğünde, dereceleriyle ilgili yükselme süreçlerinde birçok dördüncü sınıf, beşinci sınıf emniyet müdürü Genel Müdürlükle mahkemeliktir, bilginize sunuyorum. Yani şerefli Türk polisinin üçüncü sınıf emniyet müdürü "Ben bir haksızlık neticesinde ikinci sınıf emniyet müdürü olamadım." diye mahkemeye gidiyor. Yani emniyetin içinde böyle bir güven bunalımı olmasının emniyet hizmetlerini büyük bir zaafa düşüreceği kuşkusu içindeyim.



Öte yandan, gene, rütbeli personel arasında kadro ve unvan farkları davalık ve düzenlemeye muhtaç. Bakın, sayın milletvekilleri, şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarından size bir bölüm okuyayım: "Dolayısıyla, özlük haklarının bir an evvel çözülmesini bekleyen bu teşkilat, bu camia şimdi teşkilat kanununda yapılan ve Anayasa'ya aykırılıklar içeren birtakım hükümlerle karşı karşıya kalmış olacaktır." Devamla: "Aynı süreyle eğitim almış kişiler arasında böyle bir eşitsizliğin yapılmış olması mutlaka Anayasa'nın da dikkate alacağı önemli ölçütlerden birisi." diyor, eleştirilerini sürdürüyor. Tarih 6 nisan 2001. Okuduğum konuşmanın sahibi Sayın Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı, hadi o zaman Fazilet Partisi Grubu adına konuşmuş. Şimdi Başbakan Yardımcısısın, elinden tutan mı var? Yapsana bunları. Yani muhalefetteyken şu Meclisi yıktınız, millete kan kusturdunuz buralarda, o zaman söylediklerinizi bari şimdi yapsanıza; tek partili, büyük bir sayısal çoğunluk iktidarısınız. 2001'deki Bülent Arınç'a bak, şimdiki Bülent Arınç'a bak! Böyle çelişki olur mu? Siyasetin hiç kaldırmadığı şey çelişkidir sayın milletvekilleri.



Şimdi -burada emniyet teşkilatından yetkililer de var- sekiz senedir bu Parlamentoda birkaç defa bir şey söyledim, dedim ki: "Türk polisi şehit olmaktan korkmuyor, Türk polisi emekli olmaktan korkuyor." Niye korkuyor? 2.200 lira alan başkomiserin maaşı emekli olduğu gün1.200 liraya düşüyor, mesaisiyle falan 2.000 lira alan polis memurunun maaşı 1.050 liraya düşüyor. E ne oluyor? Yani, bu, polis teşkilatında moral bırakır mı, motivasyon bırakır mı, görev şevki, azmi bırakır mı? 12-12 çalışma koşulu bugün dünya standartlarında kabul edilebilir mi? 12-12 çalışan bir polisin sosyal hayatı olabilir mi? Aile hayatı, baba ya da anne olarak, babalık görevini, annelik görevini yapabilir mi? Yapamaz. 12-12 çalışan, camia içinde bir sürü başka sorunlar yaşayan polisin içinde, değişik ideolojik inançsal sorunlar, gruplaşmaların olduğu bir toplumdaki polisin içinde, teşkilatın içinde olumlu, ılımlı bir iklim olabilir mi? Psikolojisi düzgün olabilir mi? Yani polis memurlarının intiharı bu ülkede çok sık karşılaşılan bir vakadır. Bunda bu Parlamentonun, bırakın Parlamentoyu, bu Hükûmetin hiç sorumluluğu yok mudur? Diyebilirim ki en az her ay 1-2 polis memuru intihar ediyor. Hükûmet bu konuda bir adım atmış mıdır? Sekiz senedir "Türkiye'nin çehresini değiştirdik." diye hamasi nutuklar atan, her şekliyle, angaryasında, şununda, bununda, bakanların ziyaretlerinde ordu gibi koruma tayin ederek polise yerine göre angarya da yaptıran Hükûmet, polise "Senin moralin niye bozuk?" diye sormuş mudur? Ya da bu konuda Hükûmet ciddi bir tedbir almış mıdır? Hayır. Polis, Hükûmetin değnekçisi değildir; polis, Türkiye cumhuriyeti devletinin polisidir. Polise Hükûmetin gerekli özeni, hassasiyeti de göstermesi lazım.



Şimdi, bu kadar stres içindeki bir polisin insan haklarını koruması mümkün mü? Tam tersine, Türkiye'de insan haklarının birinci elden koruyucusu, günlük hayatta yaşamamızın, en özgürce yaşamamızın temininden sorumlu olan polisin insan hakları ihlalleriyle dolu bir sürecini yaşıyoruz.



Şimdi, gene sizin döneminizde sistematik olarak bir asker-polis ayrımı ikircikliliği yaratılmıştır; bu, AKP'den önce olmayan bir manzaradır. Sizden önceki değişik hükûmetlerde Türkiye'de toplumda bir asker-polis ikircikliliği olmamıştı.



TAHİR ÖZTÜRK (Elâzığ) - Öyle bir şey olamaz da.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, toplumun bir kesimi askere güveniyor, bir kesimi polise güveniyor.



YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Yok öyle bir şey, ayrımcılık yapma.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Ben de biliyorum, merak etme, dinle.



YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Öyle bir şey olmaz.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Polisle ilgili bir şablon oluşturulmaya çalışılıyor. Emniyet teşkilatı dip-doruk F tipi yapılanmayla itham ediliyor. Bakın, "itham ediliyor" diyorum. Bu, beni de, belki sizi de rahatsız eden bir şey ama bu teşkilat içinde hakikaten o "F tipi" diye bahsedilen, ideolojik, inançsal örgütlenmeler varsa bu konuda da tedbir almak Hükûmetin görevi, "Yok öyle bir şey." diyerek olmuyor bu işler. Türkiye şunları yaşamadı mı? Polis okulu sınavlarından önce bir dershanede, bir özel ideolojik, inançsal örgütlenmede çocuklar toplanıp, kampa alınıp sınav soruları bu çocuklara bir gece önce verilmedi mi? Bunlar yaşandı mı yaşanmadı mı? Bunlar yaşandıysa bir sorun vardır. Hani 10 Nisanlarda hep söyleriz "Herkesin polisi kendi vicdanıdır." Çok güzel bir söz. Evet, o vakit Hükûmetin vicdanının da bu söze uygun, örtüşmesi lazım. Polis teşkilatımızın her türlü siyasi mülahazadan, her türlü siyasi hesaptan arınmış ve uzak olması lazım. Siyasetin dışında, polis teşkilatının her türlü inançtan da uzak ya da her inanca eşit mesafeli olması lazım. Bunların görülmesi lazım sayın milletvekilleri.



Şimdi, polisin özlük haklarını, teşkilat içindeki sorunlarını, savunacağız ama polisin eleştirilecek de bir ton yanı var, maalesef var. Eleştireceğimiz konuların bir kısmı polisimizin içinde bulunduğu ekonomik, özlük sıkıntılardan, bir kısmı çalışma şartlarındaki olumsuzluklardan ama polisle

27

toplum arasında da Türkiye'ye, cumhuriyete yakışmayacak ilişkiler yumağı var. Polis, eylem ve uygulamalarında ülkenin bütün vatandaşlarını bir görmelidir, nezdinde eşit görmelidir. Örneğin "06 CHP 70" benim arabamın plakasıdır. Ankara'nın içinde, benim arabama dışarıdan müteaddit defalar ceza yazılmıştır. Neymiş? Telefonla. Emniyet Genel Müdürlüğüne sesleniyorum: Bana bir tane ceza gönderecek, ben de özür dileyeceğim, 06 AKP'li bir plaka olacak, 06 AKP 60, 70�Bir tane gösterin bakayım. (AK PARTİ sıralarından "Var, var!" sesleri)



ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) - Ben yedim, ben varım!



ENGİN ALTAY (Devamla) - Tabii tabii, tamam tamam.



MEHMET TUNÇAK (Bursa) - Hepimize geliyor.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Başka bir şey söyleyeyim�



MUSTAFA ÜNAL (Karabük) - İnsaf!



METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) - Herkese geliyor, biz de ceza yiyoruz.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Daha devam edeceğim, dur be kardeşim, söz al, konuş yani. Bak, bana diyorsunuz ki "Engin Bey, seni seviyoruz, sinirlenme." E sinirlendirmeyin, sakin sakin konuşuyoruz.



LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) - Ben de ceza yedim.



BAŞKAN - Sayın milletvekilleri�



ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, size hiç, seçim bölgenizde, sizi birebir tanıyan polis, süratten ceza yazdı mı? (AK PARTİ sıralarından "Yazdı, yazdı." sesleri)



ÖMER İNAN (Mersin) - Yazdı, bana yazdı!



ENGİN ALTAY (Devamla) - Geçin, neyse�



Bunlar önemli değil de bana yapsınlar kardeşim, bana yapsınlar da polis, kendini yetiştiren öğretmeni coplamasın. Tamam mı yani bana yapsın. Polis, vatandaşın inancına, yaşam tarzına göre iş ve işlem yapmasın. Polis, vatandaşına tuzak kurmasın. Tuzak dediğim, hız tuzağı, vesaire. Örneğin, ikaz olmadan "Bu yolda radarla hız kontrolü vardır." yazısı olmayan yere polis tuzak kurmasın.



Polis, inancına göre teşkilat içinde kümelenmesin, örgütlenmesin. Bunu, tekrar altını çizerek söylüyorum: İnancına göre, Emniyet Genel Müdürlüğü içinde, teşkilatlanma ve yapılanma olmasın. Polis, insan haklarının uygulamadaki en temel koruyucusu ve sağlayıcısı iken en temel insan haklarını ihlal etmesin. Polis, hak arama mücadelesine saygılı olsun. Polis, vatandaşına saygılı olsun. O polis, hükûmetin emrinde değil, o polis, vatandaşın, milletin emrindeki polis olduğunu hiçbir zaman unutmasın.



Değerli milletvekilleri, kanunun ikinci faslı da Millî Eğitim Bakanlığına verilen kadrolarla ilgilidir. Şimdi, bilinmeli ki öğretmenlik mesleği, eğitim sistemiyle ilgisi olan, sosyal, kültürel, ekonomik, bilimsel ve teknolojik boyutlara sahip alanlarda özel uzmanlık, bilgi ve beceriyi temel alan, akademik çalışma ve mesleki formasyona dayalı profesyonel statüde bir çalışma alanıdır, öğretmenlik böyle bir şeydir. Yani sizin yaptığınız gibi, vekil, ücretli, kısmi zamanlı, usta, öğretici, sözleşmeli, kadrolu gibi kategorize edilecek bir alan değildir, inşaat müteahhitliği değildir öğretmenlik, inşaat taşeronluğu değildir.



Sayın milletvekilleri, şimdi, sizin, bizim, hepimizin sistemdeki mevcut bütün öğretmenleri derhâl kadroya geçirmek gibi bir görevimiz var. 1 Temmuza kadar Meclisi çalıştıralım diye geceyi sabaha katıyorsunuz burada. Şu Hükûmetin 1 Temmuza kadar yapması gereken bir tane iş varsa, öncelikle Bakanlıktaki sözleşmeli, ücretli öğretmenlerin tümünü kadroya geçirmektir. Öğretmenlerin köy, ilçe, il, bölge esaslı özlük ve ekonomik haklarını temin edecek yeni bir teşkilat kanunu derhâl çıkarılmalıdır.



10 Haziranda 10 bin öğretmen atandı. Kamuoyu, Millî Eğitim Bakanlığı 10 bin tane yeni öğretmen aldı zannetti. Bakan burada yok, müsteşarı var. 10 Haziranda sisteme yeni giren öğretmen sayısı kaç, biliyor musunuz? 1.799. Ama siz bunu millete 10 bin tane öğretmen aldık diye yutturmaya çalışıyorsunuz. Bu ayıp değil mi?



Şimdi, tıpkı kasım ayında olduğu gibi, ağustosta atama yapılacak. Ağustosta yaklaşık 30 bin öğretmen atanacak. Ne olacak? Sisteme 3 bin tane yeni öğretmen girebilecek mi? Hayır. Sistem içindeki sözleşmeli öğretmenler, puanları yüksek olduğu için, kadrolu olarak oraya geçecek. Ama siz diyeceksiniz ki: "Haa, bak, Hükûmet 30 bin tane öğretmen aldı, aferin!" Demez bu millet size "aferin", artık herkes her şeyi biliyor Sayın milletvekilleri.



Türkiye Cumhuriyeti'nde çalışma barışının, meslek doyumunun en çok olduğu, en yaygın, en güzel olduğu yer Öğretmenler Odası idi size kadar. Sizle birlikte Öğretmenler Odasına da okullara nifak, fitne, fesat sokuldu.



Ben okul müdürüyken bir odayı sigaralı bölüm, bir odayı sigarasız yapmıştım. Şimdi onlar, bir tarafta kadrolu öğretmenler bir odada oturuyormuş, bir tarafta sözleşmeliler. Ya ayıp bu günah. Ee günah�



TAHİR ÖZTÜRK (Elâzığ) - Şimdi beraber oturacaklar.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Oturmuyor, yalan söylemeyin. Şimdi hiç beraber�Söyleyeceğim�

28

Şimdi bakın, sözleşmeli öğretmenler için Sayın Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu 13 Mart 2010 tarihinde yaptığı açıklama diyor ki: Maliye Bakanlığından onay alındığını, kadroya geçiş taslağının da hazır olduğunu, ilk Bakanlar Kurulu toplantısında onaylanacağını, Türkiye Büyük Millet Meclisine geleceğini ve Meclis tatile girmeden nisan ya da haziran ayında yasalaşıp uygulamanın başlayacağını ifade ediyor. Kim ediyor? Nimet Çubukçu. Kimdir bu? Türkiye Cumhuriyeti 60'ıncı Hükûmetinin Millî Eğitim Bakanıdır. Aynı sözleri Hüseyin Çelik de 27 Aralık 2008'de söylemiş. "3'üncü bölgede üç yılı dolan, üç yıl çalışan otomatik kadroya geçecek." demiş. Hüseyin Çelik kim? AKP'nin ikinci Genel Başkan Yardımcısı. Ben şimdi bir milletvekili olarak, milletin vekili olarak milletin kürsüsünden milletime sesleniyorum: Kim millete doğru söylüyor? Kim kimin gözünün içine baka baka milleti enayi yerine koyuyor? Herkesi kör, âlemi sersem zannediyor? Milletin öğretmen adaylarının, sözleşmeli öğretmenlerinin takdirine bırakıyorum.



Sayın milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanı diyor ki ya da AKP Hükûmeti diyor ki ya da AKP sözcüleri diyor ki: "Sözleşmeli öğretmenle normal kadrolu öğretmen arasında hiçbir fark yoktur." Şimdi -zamanım çok azaldı- sözleşmeli öğretmenlerin isteğe bağlı tayin hakkı yok, asker öğretmen olarak görev yapma hakkı yok, yönetici olma hakkı yok, kıdem ve derece alma şansı yok, sağlık güvencesini doksan iş günü çalışmadan elde etme şansı yok, çalıştığı okulda hastalanırsa millî eğitim müdürlüğüne gitmeden hastaneye gitme şansı yok. Sözleşmeli öğretmenin İLKSAN'a üye olma hakkı yok, ek ders ücretlerinden SSK kesintisi yapılıyor, dil tazminatından yararlanamıyor, çocuk ve eş yardımı alamıyor, öğrenim durumundan özre bağlı tayin isteme hakkı yok. Sözleşmeli öğretmen hem öğretmen hem öğrenci, bir yandan KPS'ye hazırlanıyor. Beş yıllık sözleşmeliyle�



Başkanım, bana üç dakika verir misiniz? Bak, siz de eğitimcisiniz, bitiriyorum.



Beş yıllık sözleşmeli öğretmen ile bir günlük sözleşmeli öğretmen aynı maaşı alıyor.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın milletvekilleri, hiçbir meslek grubunda olmayan bir anlayış ve yaklaşım. Her an iş kaybetme duygu ve psikolojisi içinde bir öğretmenin sınıfta başarılı olma şansı var mıdır? Öğrenciler öğretmenlerle dalga geçiyormuş "İnşallah kadrolu olursun." diye. Yani öğretmeni böyle maskara yapmaya Millî Eğitim Bakanlığının hakkı var mı sayın milletvekilleri?



Şimdi, arkadaşlar, kamuoyuna bir yanlış sunuluyor bugün. 70 bin öğretmen falan alınmıyor. Şimdi, tasarıda da var, bakarsınız. 38 bin civarında boş kadro var, 38 bin. Şimdi, bunu doldurmak için kadro lazım yani alınacakları 40 bin civarında Hükûmet tasarlamış "40 bin kişi alalım." demiş. Boş kadro 38 bin, 40 bin alınacak, 1.500 küsur açık var ama ileriki yıllar da düşünülerek Plan Bütçeden 70 bin geçti Millî Eğitim Bakanlığına verilen kadro.



Türkiye bilsin ki AKP Hükûmeti, bu dönem 10 bin haziranda, 30 bin ağustosta olmak üzere 40 bin öğretmen alacaktır. Yine Türkiye bilsin ki bu 40 bin öğretmenin 37 bini, bilemedin 36 bini sistem içindeki öğretmen olacaktır yani dışarıdan, sistem dışından 40 bin kişi sisteme giriyor değil.



Şimdi, zamanım azaldı, konuşulacak çok şey var ancak Hükûmete, iktidar partisinin çok değerli milletvekillerine ve tabii muhalefet partisine sesleniyorum: Sayın milletvekilleri, boş kadro 38 bin olabilir. Millî Eğitim Bakanlığının kendi denetim raporları "144 bin öğretmen ihtiyacı var." diyor. Gelin bunu tamamlayın. Bunu tamamlamanız için elinizden bağlayan yok, önünüze çıkan yok, elinizi tutan yok. Türkiye bu kadarcık sorunu çözemeyecek kadar cılız, küçük bir ülke değildir. Her vesileyle hava atıyorsunuz, atıyoruz, belki biz de iftihar ediyoruz, dünyanın en büyük 16'ncı ekonomisine sahibiz diyoruz.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Konuşmanızı tamamlayınız.



Buyurun.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Senin okulunda öğretmenin yok, sen dünyanın 16'ncı değil, 1'inci hacmen büyük ekonomisine sahip olsan ne yazar! Yani demişler ya "Adın bilmem ne, soyadın Mülayim. Sert olsan ne yazar!" Yani Hükûmetin bu konuda biraz daha duygularını depreştirmeye çalışıyorum aslında ama Hükûmet bizi dinlemiyor.



MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Dinliyor, dinliyor, can kulağıyla dinliyor.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Hükûmet kıblesini çevirmiş sağa sola, başka işlerle meşgul.



MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Can kulağıyla dinliyor, haberin yok senin.



ENGİN ALTAY (Devamla) - Türkiye'nin çocuklarına bu zulmü reva göremezsiniz. Türkiye'nin çocuklarını öğretmensiz bırakmaya hakkınız yok. Bir yanda ihtiyaç var, bir yanda yetişmiş kadro var. Yani un da var, helva da var -bizim Genel Başkanımızın söylediği gibi- ama nedense bir ustadan mahrum bir Türkiye'deyiz. İnşallah ustaya kavuşacağımız günler de yakındır.



Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)



BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.



Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Erkan Akçay. (MHP sıralarından alkışlar)



Buyurun efendim.

29

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 508 sıra sayılı Kanun Teklifi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.



Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifinin temel amacı Millî Eğitim Bakanlığının öğretmen açığı ile Emniyet Genel Müdürlüğünün polis ihtiyacının bir kısmının karşılanmasıdır. Ancak bu teklifle 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu'nda ve 5510 sayılı Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda da değişiklik yapılmakta ve yeşil kart uygulamalarına ilişkin düzenlemeler eklenmektedir. Böylece bu kanun teklifi, konu ve amaç bütünlüğü olmayan bir torba kanun tasarısı mahiyetindedir.



Değerli milletvekilleri, ülkemizde kamuda istihdam edilen personel sayısı 2 milyon 824 bindir. Ancak bu çalışanların statüleri birbirinden çok farklıdır, kiminin adı memur, kiminin adı işçi. Bir de iki arada bir derede bulunanlar vardır: Sözleşmeliler, geçici personeller ve diğerleri. AKP Hükûmeti, en güvenceli çalışma hakkının olması gereken kamuda, öğretmenler de dâhil sözleşmeli çalışmayla yetinmemiştir, süreli çalışmayı öngören ve yasal olmayan 4/C statüsünü gündeme getirmiştir. Geçici personel yani 4/C statüsü bir tür toplama kampı istasyonudur. Başta özelleştirme kapsamındakiler olmak üzere, çalışanlar bu toplama kampında toplanmaktadır. Hükûmetin esas hedefi, kamuda fazlalık gördüğü personeli tasfiyede bu istasyonu kullanmaktır. Bugün 25 bin civarındaki 4/C'liler Tekel işçileriyle 35 bine çıkarılmış ve AKP Hükûmetinin hedefi, ileride şeker, enerji, köprü ve benzeri özelleştirmeye tabi kuruluşlardaki kamu statüsüne tabi çalışanlarını da buraya depolamaktır.



Değerli milletvekilleri, 72 milyonu aşan bir nüfusa sahip olan ülkemizde kamu çalışan sayısı 2 milyon 824 bin kişidir. Aslında bu sayı rakam olarak oldukça düşüktür ve yeterli değildir. Ülkemizde Avrupa Birliği kriterleri esas alındığında, kamuda çalışanların 3 milyon 500 bin civarında olması gerekmektedir. Bu nedenle, işsizliğin çok yükseldiği bu dönemde, özellikle eğitim ve sağlık sektöründe çalışanların sayısı artırılarak istihdam artırılması ciddi olarak ele alınmalıdır. Yüksekokul mezunu pek çok gencimiz işsizlikten kıvranmaktadır. 4/C gibi köleci çalışma düzenleri kaldırılıp tüm çalışanlara grevli, toplu sözleşmeli hakları da tanınmalıdır.



Ayrıca bu kanun teklifiyle düzenlenen konulardan birisi de Millî Eğitim Bakanlığına öğretmen kadrosunun ihdas edilmesidir. Bu konuya girmeden önce Türk millî eğitiminin bazı temel sorunlarından bahsetmenin çok yararlı olacağını düşünüyorum:



Türkiye'de izlenen eğitim politikalarına bakıldığında millî eğitimin bütüncül bir sistem olarak ele alınmadığı görülmekte ve dolayısıyla sistemin unsurları üzerinde yapılan değişikliklerin sistemin diğer unsurları üzerindeki etkisi yeterince analiz edilmeden uygulamaya geçilmektedir.



Türkiye'de Millî Eğitim Bakanlığının kısa süreli aralıklarla el değiştirmesi ve yeni hükûmetlerle birlikte eskisinden farklı eğitim politikalarının izlenmesi eğitimde istikrarsızlığı da beraberinde getirmiştir. Millî eğitimdeki birçok problemin temelinde eğitim politikalarının partizanca veya ideolojik tavırların sergilendiği bir alan hâline dönüştürülmesi yatmaktadır. Özellikle AKP döneminde eğitim sisteminde yapılan değişiklikler incelendiği zaman eğitime ideolojik nedenlerle yapılan yapısal müdahalelerin toplumsal ve pedagojik olarak neden olduğu olumsuz sonuçların ne kadar ciddi boyutlara ulaştığı ortaya çıkmaktadır.



AKP hükümetleri döneminde Yükseköğretim Kurulu ile Millî Eğitim Bakanlığı arasındaki koordinasyonsuzluk millî eğitimde istikrarlı bir politikayı geliştirmeyi engellemektedir. Ortaöğretimden yükseköğretime geçiş sisteminde yapılan değişiklikler ortaöğretim üzerinde ve dolayısıyla yükseköğretim üzerinde telafisi mümkün olmayan sorunlara neden olmuştur. OKS rekabetçi olduğu gerekçesiyle eleştirilirken acaba SBS hem öğrenciler hem okulları arası rekabetçiliği engelleyebilmiş midir? Elbette ki hayır ve yeni getirdiğiniz sistem bunu engelleyebilecek midir?



Türk millî eğitim sisteminin amaç ve ilkelerinin nasıl bir birey, nasıl bir toplum ve nasıl bir ülke istediği konusunda bir netliği yoktur. Eğitim kalitesinde yaşanan hem bölgeler arası hem de okullar arası eşitsizlikler devam etmektedir, ayrıca bu eşitsizlik gün geçtikçe artmaktadır. Bu artış, toplumsal tabakalaşmayı da maalesef derinleştirmektedir.



Türkiye'de verilen eğitimin kalitesinde de ciddi sorunlar bulunmaktadır. Eğitim kalitesindeki sorunların temelinde ise mevcut sınıf geçme uygulamaları yatmaktadır.



Avrupa ülkelerinin büyük bölümünde okullaşma oranı yüzde 100'dür. Ülkemizde ise 2002 yılında okullaşma oranı ilköğretimde yüzde 90,98, ortaöğretimde yüzde 50,57 iken 2009 yılında ilköğretimde yüzde 96,49, ortaöğretimde ise yüzde 58,52 olmuştur.



Avrupa Komisyonu bünyesinde faaliyet gösteren eğitim, görsel, işitsel ve kültür, icra ajansının raporuna göre, Avrupa ülkelerinde üç ila on dokuz yaş grubunun yüzde 92'si okula gidiyor. Türkiye'de ise bu oran yüzde 63,4'tür.



OECD'nin 2009 raporuna göre, ülkemizde kamu okullarında ortalama sınıf mevcutları 27 iken OECD ortalaması yüzde 21'dir. Benzer şekilde eğitimin bütün kademelerinde öğretmen başına düşen öğrenci sayısında Türkiye -Meksika hariç- bütün OECD ülküleri içerisinde üst düzeydedir.



Kimi bölgelerde sınıf mevcutları 20'nin altındayken özellikle bazı büyük şehirlerde sınıf mevcudu 50 ila 60 üzerindedir.

30

Demografik yapıdaki hızlı dönüşümler ve bu dönüşümlere dönük planlamanın yetersiz kalması, ülkenin ekonomik kaynaklarının da boşa harcanmasına yol açmaktadır. Örneğin hâlihazırda atıl duran 22 bin civarında ilköğretim okulu vardır.



Eğitime yapılan kamu harcamaları bakımından Türkiye, eğitime en az kamu kaynağı ayıran OECD ülkesidir. Türkiye'de ilköğretim düzeyinde kamu kaynaklı öğrenci başına harcama OECD ortalamasının beşte 1'i kadardır, ortaöğretim düzeyinde ise Türkiye'nin yaptığı harcama OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dörtte 1'idir. Türkiye ilköğretim ve ortaöğretimde öğrenci başına yapılan harcamalarda OECD ülkeleri arasında sonuncudur. Zaten okullara ayrılan ödeneklerle okulların temel ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Örneğin birçok okulda temizlik masrafları okul aile birlikleri tarafından karşılanmaktadır. Kamu okullarına yeterli ödeneğin ayrılmaması ve okulların birçok temel ihtiyaçlarını kendilerinin karşılamaya çalışması okullar arası farkları da artırmaktadır. Yine OECD verilerine göre eğitime yapılan toplam -kamu ve özel toplamında- harcamalar İzlanda, Kore ve ABD gibi ülkelerde gayrisafi millî hasılanın yüzde 7'sine tekabül ederken Türkiye'de ise yüzde 2,8'e tekabül etmektedir. Türkiye'nin bu harcamayla OECD ülkeleri arasındaki durumu maalesef sonunculuktur.



Değerli milletvekilleri, teklifin 1'inci maddesiyle Millî Eğitim Bakanlığının boş bulunan 25 bin öğretmen kadrosuna 2010 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu'nun 22'nci maddesindeki kısıta bağlı olmaksızın boş bulunan 25 bin öğretmen kadrosuna atama yapılabilmesi öngörülmektedir. Teklifin 18'inci maddesiyle Millî Eğitim Bakanlığına kısmen de olsa öğretmen açığını kapatmak için 70 bin öğretmen kadrosu ihdas edilmektedir. Bu düzenlemeleri yetersiz de olsa kısmen olumlu buluyoruz ancak bu kadro sayısı son derece yeterlidir ve 2010 yılında yapılacak öğretmen atamaları sayısı da oldukça yetersizdir ve bu Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 40 bin olarak açıklanmıştır.



Bugün ülkemizde 150 bin öğretmen ihtiyacı bulunmaktadır. Bu nedenle Millî Eğitim Bakanlığının 150 bin öğretmen açığını giderecek ölçüde öğretmen ataması yapması gerekmektedir. 150 bin öğretmenin atamasının yapılmasını maliyeti, 150 bin öğretmenin devlete maliyetini 1.900 liradan hesaplarsak, bütçeye bir yıllık maliyeti 3 milyar 420 milyon Türk lirasıdır. Ancak AKP Hükûmeti boş kadrolara öğretmen atamak yerine, bu açığı ayda 300-500 Türk lirası civarında görevlendirilen 62 bin ücretli öğretmenle karşılamaya çalışmaktadır.



Sözleşmeli ve ücretli vekil öğretmenlik mesleğin itibarına yakışmamaktadır. Sayın Millî Eğitim Bakanının söz verdiği üzere, öncelikle 70 bin sözleşmeli öğretmen herhangi bir şart olmaksızın kadroya geçirilmelidir. Eğitimi ticari bir alan gibi düşünüp kâr elde etmeye odaklanmak büyük bir hatadır. Millî Eğitim Bakanlığı hakka ve hukuka aykırı davranarak güvenceden yoksun öğretmen istihdam etmemelidir. İşte, bu nedenle, Millî Eğitim Bakanlığı bu uygulamaların tümüne son vermeli ve tüm öğretmenlerimiz kadrolu olarak istihdam edilmelidir.



Her yıl eğitim fakültelerinden 40 bin öğretmen adayı mezun olmaktadır. Bugün ataması yapılmayan öğretmen sayısı, yeni mezunlarla birlikte 340 bine ulaşmıştır. Türkiye'deki öğretmen alım politikası yeniden ele alınmalı ve mezunların istihdamı ivedilikle sağlanmalıdır.



Bu kanunun Komisyon görüşmeleri sırasında, sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine yönelik olarak verdiğimiz önerge AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir.



Yine, aynı şekilde, Komisyon görüşmeleri sırasında, Millî Eğitim Bakanlığına ihdas edilen 70 bin öğretmen kadrosunun 100 bine çıkarılması yönünde Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği önerge önce kabul edilmiş, ancak daha sonra, maalesef, kanun tekriri müzakereye gönderilerek önergemiz dikkate alınmamıştır.



Kısaca emniyet teşkilatında yapılan düzenlememelere ilişkin görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Yine, kanun teklifinin çeşitli maddelerinde, polis memuru rütbesinin meslek derecesi ve görev unvanları yeniden düzenlenmektedir. 100 kıdemli başpolis memuru, 9.900 başpolis memuru ve 20 bin polis memuru ihdas edilmektedir.



Emniyet Genel Müdürlüğü Teşkilat Kanunu'nda değişiklik içeren düzenlemelere ve yeni ihdas edilen rütbe ile derecelere katılıyoruz. Ancak, bu düzenleme emniyet teşkilatının en önemli sorunları arasında yer alan ne çalışma koşullarında ne de ücret politikalarında bir rahatlama sağlamamaktadır. Ülkemizde diğer memurlar haftada kırk saat çalışmaktadır, ancak emniyet teşkilatı çalışanları haftada ortalama yetmiş beş saat aktif görev yapmaktadırlar. Bunun neticesinde de Emniyet çalışanları diğer memurlardan bir yılda iki ay on gün fazla mesai yapmaktadır. Bu mesailerine karşılık ortalama 220 Türk Lirası fazla mesai ücreti almaktadırlar. Dolayısıyla, emniyet çalışanlarının çalışma süreleri ve fazla mesai saatleri yeniden düzenlenmelidir. Yasal çalışma saatinden fazla çalışılan her saatin hesaplanarak maaşa yansıtılacağı bir ücret politikası uygulanmalıdır. "Bütçede para yok, fazla mesai ücreti veremiyoruz." diyorsanız başka ülkelerde uygulandığı gibi, emniyet personeline de ilave izin uygulaması getirilebileceğini düşünüyoruz.



Emniyet teşkilatı çalışanlarına yönelik özlük haklarının düzeltilmesi hakkında seçim öncesinde verilen ve Meclisin ilk oturumunda görüşüleceğini söylediğiniz sözleri yerine hâlâ getirmediniz. Bu sözleri ne zaman yerine getireceksiniz? 2007 seçimlerinden önce miting meydanlarında ve çeşitli platformlarda defalarca tekrar edilmesine ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim de Genel Kurulda

31

ve komisyon çalışmalarında defalarca bunu dile getirmemize rağmen, hâlâ bir gelişme yok. Doğrusu, merak ediyoruz, yeni seçimi mi bekliyorsunuz?



Değerli milletvekilleri, hepinizin de bildiği gibi, emniyet teşkilatı çalışanlarının birçok başka sorunu da vardır. Yukarıda da söylemiş olduğumuz sorunlar çerçevesinde komisyon görüşmeleri sırasında bu sorunları dile getirdik. Bu çerçevede, kısaca ifade edecek olursak, emniyet hizmetleri sınıfı personelinin senelik izninin otuz gün olarak belirlenmesi ve bu süreye gidiş ve dönüş için en çok ikişer gün eklenebilmesi, senelik izinlerden başka haftada en az otuz altı saat izin verilmesi, emniyet mensuplarına 5.000 göstergenin memur aylık katsayısıyla çarpımı tutarında güvenlik tazminatı verilmesi, 3200 sayılı Kanun'un Ek 21'inci maddesine göre verilmekte olan fazla çalışma ücretinin artırılması teklifimiz Komisyonda yapılan görüşmeler sırasında AKP'li iktidar milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir.



Emniyet teşkilatımızın ağır ve yıpratıcı çalışma koşulları göz önüne alındığında, senelik ve haftalık izinleri ile emniyet hizmetleri tazminatı ve fazla mesai ücretlerinin mutlaka yeniden düzenlenmesi ve gerekli iyileştirilmelerin yapılması gerekmektedir.



Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifi ile ayrıca, teklifin 7'nci maddesiyle yeşil kartlıların Sosyal Güvenlik Kurumuna devri 1 Ocak 2012'ye kadar uzatılmaktadır.



Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2005 yılında 6,8 milyon, yani 6 milyon 800 bin olan aktif yeşil kartlı sayısı bugün itibarıyla 9 milyon 400 bini aşmıştır. Buna göre her yıl ortalama 520 binin üzerinde vatandaşımızın yeşil karta muhtaç duruma düştüğü anlaşılmaktadır. Her yıl 520 bin kişinin yeşil kartlı olması, AKP Hükûmetinin ekonomik politikalarındaki başarısızlığının göstergelerinin en önemli delillerinden birisidir.



Ayrıca, yine Sağlık Bakanlığı verilerine göre, iptal edilen yeşil kart sayısı çeşitli defalarda 8 milyonu da aşmış durumdadır. Çok dikkat çekici olan bu durum yaklaşık olarak verilen her 2 yeşil karttan 1'inin iptal edildiğini de ortaya koymaktadır.



Yeşil kart verilmesine ilişkin mevcut uygulama siyasi müdahalelere ve keyfi uygulamalara çok müsait olup, iptal edilen yeşil kart sayısının yüksekliği de bu durumu net bir şekilde göstermektedir. Mevcut uygulamanın iki yıl uzatılması 2011 genel seçimlerine yönelik politik bir yaklaşım kuşkusu doğurmaktadır. Bilindiği gibi AKP Hükûmeti 2007 seçimleri öncesi çok sayıda yeşil kart dağıtmış, seçimlerden sonra bunların da önemli bir kısmını iptal etmiştir. Yeşil kart uygulamasında sürenin uzatılması, AKP'nin bu konuyu seçim öncesi yine istismar edeceğini, oy hesabıyla dilediğine yeşil kart verme düşüncesinde olduğunu göstermektedir. Yeşil kart, siyasi rant kapısı olarak görülmektedir. Çok da zor olmayan bu sistemin iki yılda kurulamaması ve iki yıl daha süre uzatılmasının öngörülmesi Hükûmetin hem beceriksizliğini hem de gerçek niyetini ortaya koymaktadır.



Yaşanan ekonomik krizin tahribatı ve yoğunluğu, işverenleri ve esnafımızı bunaltmış ve iş yapamaz bir hâle getirmiştir. Piyasalarda yaşanan durgunluk, binlerce iş yeri ve şirketin kapanmasına neden olmuştur. Esnafımız vadesi gelen senetlerini, vergi, kredi, prim borçlarını, kazanmadıkları için ödeyememişlerdir ve birçoğu da ya kepenk kapatmış ya da iflas etmiştir. Bu çerçevede vermiş olduğumuz, işverenler ile esnaf ve tarım sigortalılarının 31 Mayıs 2010 tarihine kadar, ilgili mevzuatına göre ödenmesi gerektiği hâlde ödenemeyen sigorta primi, sigorta güvenlik destek primi ve işsizlik sigortası primi borçlarının�



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Buyurun Sayın Akçay.



ERKAN AKÇAY (Devamla) - �rim asıllarına tüketici fiyat endeksi aylık değişim oranı uygulanmak ve kırk sekiz aya kadar taksitlendirmek suretiyle yeniden yapılandırılmasını içeren teklifimiz yine AKP'li üyelerin oylarıyla reddedilmiştir.



Kanun teklifinin 12'nci maddesinde sigortalıların ödeyecekleri primler ile bağlanacak aylıkların hesabına esas gelir basamakları belirlenmektedir. Teklifin bu maddesinin BAĞ-KUR emeklilerinin aylıklarında bir artış getirmediği ifade edilmektedir. Ancak maddede kendinden önceki gelir basamaklarının esas alınacağı yönündeki ifade, bir tarih verilmediğinden ileride hukuki ihtilaflara neden olabilecek bir mahiyet arz etmektedir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesini de karşılamamaktadır. Ayrıca, 2002 ve sonraki yıllarda emekli olan ve ileride emekli olacak olan tüm BAĞ-KUR'luların emekli aylıklarının yüzde 32 ile yüzde 118 aralığında artacağı yönünde oluşan beklenti maalesef boşa çıkmış olup AKP Hükûmeti BAĞ-KUR emeklilerinin umutlarını bir kez daha yok etmiş ve hayallerini yıkmış bulunmaktadır. Bütün emeklilerimiz boş ve hayalli bir beklenti içerisine itilmiştir.



Değerli milletvekilleri, sözlerime burada son veriyor, muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)



BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akçay.



Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)



BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı, emniyet teşkilatı, İçişleri Bakanlığı, sosyal güvenlik, organize sanayi bölgeleri�Her birisi ayrı ayrı konuları bir torba kanun olarak önümüze getirdiler. "Çoğunluğumuz var, kaldırırız

32

elimizi, yaparız." dediler. Şimdi, eğitim ayrı bir konu, polis, güvenlik sorunu ayrı bir konu, sosyal güvenlik apayrı bir konu, organize sanayiler ayrı bir konu; her birisi de ayrı ayrı bakanlıklara bağlı, her birisi ayrı ayrı bakanlıkların komisyonunda geçmesi gereken konular ama maalesef bu huyundan hiçbir zaman AK PARTİ Hükûmeti vazgeçmedi.



Ben de Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına tümü üzerinde söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu da saygıyla selamlıyorum.



Her birisi üzerinde görüşlerimizi ayrı ayrı anlatmaya çalışacağım: Birincisi eğitim konusu. Türkiye'de en önemli bakanlıktır�Geleceğimizin, çocuklarımızın, yarınlarımızın emanet olduğu Millî Eğitim Bakanlığında 370 bin öğretmen kadro beklerken bir kadro talebiyle gelen bir yasaya hiçbir milletvekilinin "Hayır." demeyeceğini herkes bilir. Hatta muhalefet olarak biz "Azdır, bunu çoğaltın." dedik, hatta "Daha fazla imkânlar tanınsın." dedik ama burada 70 bin kadro, 2010 yılı içinde bunun 20 bininin hemen atamasının yapılması gündeme getirildi.



Peki, millî eğitimimizin, eğitimin sorunları yalnızca bunlar mı? Şimdi, Türkiye'de eğitimin sorunları son yıllarda o kadar artmış ki yaşanan sorunları artık geçici iyileştirmelerle çözmek, çözmeye çalışmak neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Yıllardan bu yana çözülmeyen sorunlar birikmiş, AK PARTİ hükûmetlerinin sekiz yıllık dönemi içinde son dört senede özellikle yerinde saymaya başlamıştır. Bunu şu anlamda ifade etmekte yarar var: İlköğretim çağ nüfusunun yaklaşık yüzde 5'i hâlâ eğitim hakkından yararlanmamaktadır. Türkiye gibi G-20 Zirvesi'ne katılan bir ülke için gerçekten korkunç bir rakam. Yine ortaöğretim çağ nüfusunun yüzde 42'si ortaöğretime devam etmemekte ya da edememektedir. Ortaöğretim ki birçok ülkede zorunlu durumdadır. Derslik, okul ve öğretmen sayısının yetersizliği ayrı bir konu. Okul, öğrenci ve öğretmen sayılarının yetersizliği ayrı bir konu. Ama Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin gayrisafi hasıla oranına baktığımız zaman, 2007: 3,30; 2008: 3,20; 2009: 2,51; düşme var. Orta vadeli programa göre de 2012'ye göre bu oranlar değişmeyecek. Dört senede Millî Eğitimi Bakanlığı bütçesinde bir artış olmamış. Peki, dört senede Türkiye'de okula giden öğrenci sayısı ne kadar arttı biliyor muyuz? Milyonların üzerinde insan okula gidiyor artık. Bu dört yılda bu ihtiyaca cevap verecek bütçe nerede? Yok.



Değerli arkadaşlar, Millî Eğitim Bakanlığının eğitim yatırımına ayrılan payı da düşündürücü, 2009'da 4,57.



Şimdi, eğitim kademelerine göre öğrenci başına yapılan harcama -ABD doları üzerinden bakıldığı zaman- ilköğretimden yükseköğrenime kadar Türkiye 1,614, OECD ortalamasına bakıyoruz, 7,840; arada dünya kadar fark var.



Eğitim çağındaki çok sayıda çocuk hâlâ mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılmaktadır. Sağ olsun Hükûmet Karadeniz'e Güneydoğu kökenlilerin gidişini mülki amirler ve emniyet müdürleriyle yasaklayarak�Şimdi çare buldu, Gürcü işçileri Karadeniz'de fındık toplamaya getirmek suretiyle kendince bir çözüm bulmuş.



Eğitimin bir insan hakkı olduğu ve kimsenin bundan mahrum bırakılmayacağı bilinen bir gerçek. Türkiye'de kayıtlı 8 milyon 341 bin 937 engellinin yüzde 36,3'ü okuma yazma bilmemektedir. Bu, engellilere yaklaşım.



Eğitim emekçilerinin gelirleri giderlerini de karşılamıyor. Bakın, 2008'de 4 kişilik bir ailenin ortak aylık gideri 2.169'du, 2009'da 2.546 ve maaşın aylık gideri karşılama oranı 2008'de yüzde 47, evet 2009'da yüzde 46'ya düşüyor.



Şimdi, bütçeden ayrılan pay artırılmadıkça; eğitimin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi durdurulmadıkça; ikili eğitimden tekli eğitime geçilmedikçe; sınıf mevcutları en fazla 24 öğrenci olmadıkça; anaokulu ve ilköğretim öğrencilerine günlük ücretsiz süt verilmedikçe; eğitim emekçilerinin aldıkları tazminatlar ve özlük hakları iyileştirilmedikçe; üniversiteler başta olmak üzere görevlilerin iş güvencesi sağlanmadıkça; sözleşmeli öğretmenlik uygulamasından vazgeçilmeyip sözleşmeli çalışan öğretmenlere de kadro verilmedikçe; tüm öğretmenlerin kadrolu istihdamı sağlanmadıkça; eğitimde kadrolaşma, partizanlığın önüne geçilmedikçe; demokratik yönetim anlayışı benimsenmedikçe; eğitime hazırlık ödeneği tüm eğitim ve bilim emekçilerine ödenmedikçe siz eğitime gerçek hakkını veremezsiniz.



Eğitim konusunda yükseköğretimle ilgili de iki söz söylemek istiyorum. YÖK'ün antidemokratik, baskıcı, otoriter yapısı bugün daha fazla ağırlığını hissettirmekte, her gün, her yerde üniversiteler açılırken ne yazık ki üniversiteler özgür tartışma ortamı olmaktan çıkmıştır. Neden diyeceksiniz.



Sevgili arkadaşlar, son bir yıldır dikkatle izleyin, Muğla'da bir öğrenci öldürüldü. Sonra Manisa'da, Tokat'ta, Ankara'da, İstanbul'da, birçok üniversitede öğrenci olayları oldu, bu öğrenci olayları, özellikle bazı sağ kesimli ırkçı, milliyetçi görüşte insanların, derneklerin doğu ve güneydoğulu öğrencilere yönelik saldırısı biçiminde gelişen bu olaylar, giderek Sakarya'dan Eskişehir'e birçok olay ölüm ve yaralamayla sonuçlandı.



Şimdi, bunca baskının yaşandığı koşullarda yaşayan ve saldırıya uğrayanları, Sayın Millî Eğitim Bakanı, bir bar çıkışı iki grubun çatışması olarak değerlendirdi ama Şerzan Kurt'un vücudundan çıkan kurşun�Adı derin olan bir polisin yönlendirdiği gruba ve Şerzan Kurt'a yaptığı atış sonucu ölümüyle ortaya çıktı ve cezaevine konuldu, yargısı devam ediyor.

33

Bu da yetmiyor. YÖK, üniversitelere gizli eylem planları gönderiyor. Bunu defalarca söyledik. YÖK, üniversitelere doğu, güneydoğulu Kürt öğrencilerin fişlenmesiyle ilgili gizli yönergeler gönderiyor. Üstünde "gizli" yazan, kendi yazıları. Bakın ne diyor: Bölücü faaliyetler ile terör örgütü ve destekçilerini tesirsiz hâle getirmek, meşruiyet, vesaire, ilişkin Başkanlığınızca bildirilmesi önemle arz edilmektedir. Bakın, üniversitede fişleme olayının ardından bu olayların başlayacağını, hatta Muğla olaylarından bir gün önce bizzat Sayın Emniyet Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamada, bazı üniversitelerde düğmeye basıldığının, bazı yerlerde olay olacağının açıklanmasından bir iki gün içinde birçok yerde olaylar yaşandı.



Şimdi, bilimsel olarak, üniversitelerde böyle bir çalışmanın önüne geçilmesi apayrı bir konu ama bir gerçekliğe daha dikkatinize çekmek istiyorum: Bu elimdeki belge de İçişleri Bakanlığının. Sayın İçişleri Bakanı da burada. Ben, demin Millî Eğitim Bakanlığının, YÖK'ün gizli belgelerini okudum. Şu an elimdeki İçişleri Bakanlığının. Ne diyor? Bu, her yıl yenilenen bir belge -2006, işte 2008 elimdeki- bölücü faaliyetlere yönelik eylem planı. Şimdi, bu eylem planı nereye gönderilmiş? Bakıyoruz, gizlilik kaydıyla, kaymakamlıklar, il jandarma, il emniyet, millî eğitim, sağlık müdürlükleri ve müftülükler. Maşallah, vaizler ile imamları da katmamışsınız, ki katıldı onlar da şimdi.



Burada, bakıyoruz ne demişsiniz, on sayfa talimname, gizlilik kaydıyla gönderilecek ve soruyorsunuz: "Avrupa Birliği üyeliği sürecinde gerçekleştirilecek yasal ve idari konuların bölücü terör örgütü ve yandaşları tarafından istismar edilmesini önlemek maksadıyla� Haydi buyurun. Eğer inanmıyorsanız o düzenlemeleri yapmayın. Eğer düşünce özgürlüğünü geliştirmek, demokratikleşmeyi geliştirmek size korku yaratıyorsa yapmayın. Yapıyorsanız da, biri o hakları kullanacak diye onu hemen bölücü, geçmişte de komünist olarak damgalayan zihniyetin bir anlamı yok.



"Bölge çocuklarına her eğitim düzeyinde burs, parasız barınma, yatılı okuma imkânı tanınacak." Bölge çocuklarını maalesef cemaat vakıflarına ve evlerine emanet ettiniz.



"Tüm yurtta, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde okula gitmeyen, örgüt tarafından istismar edilen okul çağındaki çocukların, sokağa terk edilmiş veya sokağa itilmiş çocukların eğitim görmesi sağlanacak, barınma, beslenme, bilmem ne sağlanacak." Buna da maşallah diyoruz. Taş atan çocuklara ömürleri kadar ceza verip, binlerce çocuk, bu politikalar sonucu mu, bu talimler sonucu mu, bu tamimler sonucu mu binlerce çocuk kendi yaşlarından fazla ceza aldı, ceza evlerinde? Düşünün ki bir çocuğa slogan attı diye ceza veriyorsunuz 5 sene, izinsiz gösteriden 5 sene, örgütten 5 sene ve memura mukavemetten de 4 sene, bunları da yaşına göre indiriyorsunuz, Berivan kendi yaşından büyük cezalar alıyor, cezaevine giriyor ve bu yasa tasarısı, bu hayati tasarılar dururken, onları Genel Kurula getirmiyorsunuz, başka başka tasarıları getiriyorsunuz.



Şimdi bölgedeki yatılı okullar var. Yatılı okullarla ilgili de yazmışsınız. Diyorsunuz ki: "Yatılı bölge okullarında bölücü ideolojiyi izleyin." Siz bölücü ideolojiyi izleyeceğinize, emanet ettiğimiz kızlarımızın cinsel istismarını önleyin. Eşme'deki okula ben gittim arkadaşlarımla beraber. Siirt'te yaşananlar, Pervari'de yaşananlar, birçok yerde yaşananlar, çocuklara cinsel istismar, kızlara cinsel istismar. Bunları niye izlemiyor polis? Bunları niye takip etmiyor? Bunları niye açığa çıkaramıyor? Siirt'te iki sene bir valinin gözünün önünde bunlar cereyan ediyor ama bu olay ortaya çıkmıyor ta ki patlak verene kadar.



Şimdi, "Kız öğrencilere yönelik etkinlikler." Şimdi, geliyoruz, diyor ki: "Kürtçe'nin eğitim dili olarak kullanılması konusunda." Hemen önergelerden okuyorum. Bölücü terör örgütüyle bağlantılandırıyorsunuz. Zaten kim kendi dilini konuşursa, kültürünü konuşursa, kimliğini konuşursa, türküsünü söylerse, müziğini söylerse bölücüdür, böyle bakılıyor. "Bunların izlenmesi ve Kürtçe eğitim isteyenlerin eğitim ve öğretim diliyle ilgili taleplerine izin verilmemesi." Peki, siz bunu yazıyorsunuz, dil bağıyla ilgili talepler olduğu zaman, özgür bilim yuvası üniversitelerde bunu öğrenciler söylediği zaman disipline verip içeri atacaksınız, öbür yandan da "TRT Şeş'i açtım." diyeceksiniz, "Artuklu Üniversitesinde Kürt diliyle ilgili eğitim yapıyorum." diyeceksiniz. Biri der size: "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu." Ne bu? Bu yönetmelik ne? Bu değil.



Sayın Bakan, bunu sürdürecek misiniz? Dört ayda bir bunların raporlarını alıyorsunuz. Emniyetin bütün kadroları burada, Genel Müdürünüz de, hepsi. Bunu sürdürecek misiniz? Bu insan haklarıyla bu olayları önleme şansınız var mı? Böyle bir anlayışla çoğulculuğu, farklılıkları, kültürel birliğimizi, demokrasimizi nasıl sağlayacaksınız? Bunu sağlayamazsınız Sayın Bakanım.



Bakın, Silopi'de geçen gün bir basın açıklamasına gittik ve bu emniyet kadroları için 20 bin�Şimdi, tabii, ihtiyacı var emniyetin, İstanbul'da yedi tane ilçe açtınız, jandarmadan polise geçti. İhtiyaç var kadrolara, yedi tane ilçenin ihtiyacı olan kadroları vereceksiniz. Hiçbir parti buna karşı çıkmıyor ama emniyetin, polisin sorunları sadece kadro vermekle, sadece yüksek tahsilli oranını artırmakla, sadece, yüksek tahsili olmadığı için polislerin baş polis yapılmasıyla çözülmüyor. Polis, canını, malını teslim ettiği devletin silahını vergisiyle vatandaşın ödediği bir görevi yapıyor. Şimdi siz bu konuda bu talebi, eğitimin öğretmen talebini Allah için yeşil kartla niye aynı torbaya koyuyorsunuz? Yakışıyor mu bu? Sosyal güvenlikle ilgili, organize sanayi bölgeleriyle ilgili yasalarla niye aynı torbaya koyuyorsunuz, bunları karıştırıyorsunuz birbirine?

34

Şimdi, Sayın Bakan, ben bir konuya dikkatinizi çekeceğim ve cevap isteyeceğim. 4 Haziran günü yanımda Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır, İl Belediye Başkanım, İl Başkanımla yeni Valinizi -bir hafta oluyor geldi- ziyaret ettim. Buradan randevu istedim, uçakla gittim ve kutladım. Arkasından da Silopi'ye gidiyorum. Bir basın açıklaması var. Biz başlarındayız, orada olay olmayacak; bir açıklama ve dağılacak. Silopi'nin içinden, merkezden bir cadde geçiyor, başka bir cadde yok. Parti binasının 100 metre önü, bir yönden beş yüz metre ötede bir açıklama yapılacak. Ve bunu Valiye anlattık. Geldik, daha otobüsün önünde halkla merhabalaştık, öne geçtik. En önde 3 milletvekili; ben, Sevahir Bayındır, Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani, arkamızda belediye başkanları, parti otobüsü, 10 bin kişinin üstünde de partilimiz. Daha dört adım atmadık, güvenlik güçlerinden bir muhatap bekliyoruz, birini arıyoruz; bir emniyet müdürünü, bir kaymakamı, bir ses verecek, bir megafonla uyaracak. Çünkü ne slogan var ne bir şey var, hiçbir şey yok ve biz üç adım atıyoruz bir emniyet mensubuyla görüşmeye. Üç adım sonrası bize ve kitlenin üzerine, buyurun, işte önce halkımız görsün, sonra emniyet müdürlerimiz ve İçişleri Bakanı�Şimdi burada 3 tane milletvekili var. Evet Gazze'yle konuşurdunuz, konuştuğunuz bir sırada özellikle milletvekillerine, bana biber gazlı su, Sevahir Hanım'a, kadın milletvekiline tazyikli su sıkıldı ve aynı şekilde Hamit Geylani'ye. 3 tane milletvekili orada ve biz yine halkı soğuk kanlılığa davet ederek dağıttık. Biz gittik hastaneye tedavi olduk. Sevahir Bayındır'ın kemikleri kırıldı, üç ay bu Meclise gelemeyecek. Bir hafta geçti bu olayın üstünden. Bir haftadır, ben burada konuştum, bu alçakça saldırıyı kim yaptı, kimin altında imzası var, kim emir verdi mertçe çıksın. Desin ki: "Ben yaptım, arkasındayım." Eğer yapmadıysa, birileri kanunsuz bir iş yaptıysa lütfen onlarla ilgili soruşturma açın. Şimdi bir haftadır bekliyorum, açıklama yapmıyorum, televizyonlar veriyor ve geçen gün basın toplantısı yaptım. Sayın Bakan size bunun cd'sini gönderdim, Cumhurbaşkanına, Başbakana, Adalet Bakanına, Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanına, Kılıçdaroğlu'na CHP'ye, MHP'ye ve DSP'ye de gönderdim. Bir haftadır sizden bu Mecliste şahsen arayan birkaç kişi dışında�



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Sayın Kaplan konuşmanızı tamamlayınız.



Buyurun.



HASİP KAPLAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.



Bunun, canlı olayın oluş cd'si bu. Nasıl olduğu belli. Soruyorum bir inceleme yok. Valilik bir inceleme yapmıyor, savcılık inceleme başlatmamış, diğer tarafta yaralı bir milletvekili var, mevki, sorumluluk makamında olan İçişleri Bakanımız bir açıklama yapma gereği duymuyor. Meclis Başkanımız sanki saldırıya uğrayan Tanzanya Meclisinin üyeleridir bir açıklama yapma gereğini duymuyor. Başbakan Gazze'yle meşgul, Silopi'de Gazze manzaraları var, ama Başbakan bir açıklama yapma gereğini duymuyor. Ama bu cd'yi muhalefete de gönderdim, muhalefet liderlerine de gönderdim, onların da tavrını merak ediyorum. Evet bizi arayan arkadaşlara teşekkür ediyorum, ama şunu söyleyeyim. Yalnız, ciddiyetle cevap istiyorum. Bana, Meclis İnsan Hakları Komisyonu, gönderdiğim CD'den sonra şöyle bir zarf gönderdi arkadaşlar. Bu zarfı önünüzde açıyorum ki hepiniz bilesiniz.



Sayın Zafer Üskül, bu zarf bu. Bir: "Meclisten Bayındır incelemesi." Böyle bir inceleme yok arkadaşlar. Meclis İnsan Hakları Komisyonu böyle bir görevlendirme yapmamış.



Buyurun, gerisi: "Bayındır hastanede." Haber kupürü.



Üçüncüsü: "BDP'den ağır suçlama."



Al! "Meclis inceliyor."



Arkadaşlar, Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı bana böylesine gayri ciddi, profesör olan bir üye arkadaşımız bu kadar gayri ciddi bir cevap veriyorsa, İçişleri Bakanım cevap vermiyorsa, Meclis Başkanım susuyorsa, insanlık ve bu Meclisin üyeleri ayaklar altına alınıyorsa, kemikleri kırılıyorsa, ya sizin insanlığınızdan şüphe duyacağım ya sizin sorumluluğunuzdan şüphe duyacağım ya da gerçekten bu ülkede yaşamıyorsunuz.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



HASİP KAPLAN (Devamla) - Bu ülkenin seçilmişlerine karşı atanmışların yaptığı saldırı karşısında elbette ki yargı yolları var ve buna başvuracağız.



Yalnız, Sayın Başkan, bağlıyorum. Diğerlerini gönderdiğim için Sayın Bakana, bunların fotoğraflarını, bağlayacağım izin verirseniz.



BAŞKAN - Buyurun.



HASİP KAPLAN (Devamla) - Benim istediğim şu: Şırnak'a 15 milletvekili getirdim buradan. Beraber incelemeye gittik, 2 CHP, 2 MHP, diğerleri AK PARTİ.



Şırnak'ta, arkadaşlar, Şırnak'ın yüzde 70'inin oy verdiği milletvekilleri ve belediye başkan vekillerine gaz bombası, gaz fişeği, tazyikli suyla saldırırsanız, onuru, gururuyla oynarsanız, iradesiyle, bunun nereye getireceği bu provokasyon tehlikesinin farkında mısınız? Bu bir.



İkincisi şu: Ve Sayın Bakan, sizin bir özür borcunuz var. Sayın Bakan, bir haftadır susuyorsunuz. Hadi anlıyorum, Zafer Üskül polis konukevinde kalıyor, polislerin saldırısı var açık açık. O, hadi bunun için cevap veremiyor. Beyefendi polis konukevinde kaldığı için cevap veremiyor ayıp olur diye. Siz bir öğretim üyesisiniz Sayın Bakan.

35

Sayın Bakan, bir kadın milletvekiline bu şekilde cüretçe saldıranlara inceleme göndermeyecek misiniz? Hesap sormayacak mısınız? Biz soracağız.



Teşekkür ediyorum.



BAŞKAN - Sayın Kaplan, teşekkür ediyorum, sağ olun. (BDP sıralarından alkışlar)



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - İnceleme o gün başlatıldı, gönderildi.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Niye açıklamıyorsunuz Sayın Bakan?



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Açıkladık, açıkladık, kamuoyuna açıkladık.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Hani bana söyleyin? Bana bir tane gösterin.



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Kamuoyuna açıklandı.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Buyurun açıklayın açık açık.



BAŞKAN - AK PARTİ Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam.



Buyurun Sayın Sağlam. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Savcılık da başlattı soruşturma.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Savcılığa da ben avukat gönderdim, Sayın Bakan, ben avukat gönderdim.



BAŞKAN - Sayın Kaplan, Sayın Bakanım, istirham ediyorum efendim.



Buyurun Sayın Sağlam.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Bir tek açıklama yapmıyorsunuz, ondan sonra konuşuyorsunuz.



BAŞKAN - Buyurun efendim.



AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 508 sıra sayılı�



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Siz çok güzel açıklamalar yapıyorsunuz; her gün hakaretler!



MEHMET SAĞLAM (Devamla) - �anun teklifiyle ilgili AK PARTİ Grubunun�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Bir haftadır bana yapılanları reva görüyorsunuz, sesiniz çıkmıyor.



BAŞKAN - Sayın Kaplan, lütfen�



Sayın Kaplan, Sayın Bakanım�



Sayın Başkan, buyurun efendim.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Bir haftadır bize reva görüyorsunuz.



BAŞKAN - Sayın Kaplan�



Arkadaşlar, lütfen, hatibin söz hakkını sınırlamayalım.



Buyurun efendim.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Normal, değil mi, ayak kırılması bir milletvekilinin!



BAŞKAN - Sayın Kaplan, lütfen.



MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 508 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde AK PARTİ Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım. Hepimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.



İlk önce bu kanun belli ölçüde Millî Eğitim Bakanlığımıza, arkasından emniyet teşkilatımıza belirli sayıda yeni kadrolar ihdas eden bir kanun. Herhâlde gerek Millî Eğitim Bakanlığının gerekse emniyet teşkilatımızın gelişimine kısaca göz atılırsa bunun ne kadar isabetli olduğu çok açıkça görülebilir.



Bu arada, Sosyal Güvenlik Kurumuyla ilgili bazı hükümler var. Arkasından organize sanayi bölgeleriyle ilgili bazı yönetim tekniğiyle ilgili bazı hükümler var ve bunlar bir nevi yönetime ilişkin teknik hükümler. Fakat şu üç noktada, Millî Eğitim, emniyet teşkilatı ve sosyal güvenlikle ilgili noktada bazı önemli yenilemeler, düzenlemeler getiriyor bu kanun teklifi.



İlk önce, müsaade ederseniz, eğitimle ilgisine temas etmek istiyorum. Bir kere eğitim her zaman bütün ülkelerde bilimsel gelişmenin her zaman yenilemeye ihtiyacı olduğu için çok güncel bir konudur. Muhalefetteki arkadaşlarımızın da bu konunun tartışılmasına zaman ayırmaları normal bir olaydır. Burada yalnız dikkat edilmesi gereken nokta şu: Eğitim konusunda Türkiye nerelerden nerelere gelmiş ve son yıllarda neler yapılıyor? Burada baktığınızda eğitimin işte en genç insanlara yatırım yapılsın, hayat boyu eğitim teknikleri geliştirilsin, eğitim teknolojilerinden yararlanılsın vesaire gibi yeni yöntemleri tartışılıyor ama hâlâ dünyada eğitimin odağında öğretmenin bulunduğu gerçeği herkes tarafından kabul ediliyor. Öyleyse millî eğitimle ilgili yapılacakların en önemlisi öğretmenle ilgili konuların ele alınması. İşte, öğretmen yetiştirilmesiyle ilgili gelişime baktığınız zaman aşağı yukarı lise muadili bir eğitimden başlamışız, sonra bir yıllık, iki yıllık eğitim enstitüleri kurmuşuz. Arkasından da fakülte mezunu olması, öğretmenin de diğer meslekler gibi toplumda daha saygın bir yeri olması için en azından fakülte mezunu, hatta gerekirse ondan sonraki eğitimlerini de yapması yolunda teşvik edilmesi şeklinde bir politika takip edilmiş. Değerli arkadaşlarım, bu doğru bir politika yani öğretmenler eli öpülesi insanlar, saygı duyulması insanlar vesaire gibi nutukların çok ötesine geçen. İlk önce bu toplumda ve Türk personel sistemine baktığınız zaman eğitim esasına göredir ücretlerin ayarlanması, bazı hakların getirilmesi. Dolayısıyla lise mezunu durumunda tuttuğunuz bir eğitim düzeyiyle öğretmeni ne kadar saygın hâle getiriyorum deseniz gerek maaş artışı bakımından gerekse toplumdaki yeri bakımından fazla bir itibar getiremiyorsunuz. Diğer meslekler, hekimi, hâkimi, mühendisi neyse öğretmenin de göğsünü gere gere "Ben de fakülte mezunuyum,

36

ben de bunlar kadar Türk personel sisteminde hakkımı alabiliyorum." diyebilmesinin asgari şartıydı fakülte mezunu olması.



Şimdi, burada tabii, birden bire böyle bir karara geçildiği zaman eğitim fakülteleri ortaya kondu, yüksek öğretmen okullarının bir yıllık, iki yıllık eğitim enstitülerinin ilavesinde. Sonra, tabii ki bunların yıllardır dört yıllık lisans eğitimi yapan fakülteler karşısında öğretim üyesi eksiklikleri oldu, onların yetiştirilmesi için zaman harcanması gerekti ve belli bir süre öğretmenlerimizin fakültelerden hemen mezun olması sağlanamadı. Kadroların yeni oluşumu, yeni fakültelerin elli yıl, altmış yıl eğitim yapan fakültelere göre biraz daha -ister istemez- öğretim üyesi bakımından eksikliği vesaire dolayısıyla eksiklikler oldu.



Şimdi, yeteri kadar öğretmen bulunamadığı zamandan, şimdi de yeterinden fazla, eğitim fakültelerinden mezun olmuş öğretmenler düzeyine geldi. Aslında bu eleştirilecek bir aşama değil, aslında bu bir güzel aşama ama tabii ki, burada devletin bütçesini, gelirlerini, giderlerini -bütün devletlerde olduğu gibi, yalnız bizde değil- bilen arkadaşlarımız var. Elbette ki, istediğiniz mesleklere, istediğiniz kadar kadroyu her zaman ihdas edemiyorsunuz devletin çalışması içerisinde ama şöyle bir baktığınızda, aşağı yukarı son yedi sekiz yılda, son on yılda diyelim, en azından öğretmen mevcudu 500'lerden 700'lere kadar gelmeye başlamıştır yani mümkün olduğu kadar daha fazla öğretmen istihdamına yönelinmiştir ama şunu da kabul etmek lazım ki -yine bu arada devleti kadroyu nasıl verileceğini bilen arkadaşlarımız var- birden bire bunların kadroları verilebilecek olduğu hâlde, devletin bütçesi müsaade ettiği hâlde verilemediği için değildir, öğretmen vekilliği gibi, işte, sözleşmeli öğretmen gibi filan. Bütün bunlar, Millî Eğitim Bakanlığının başka çareler düşünerek, yeterli kadro olmadığı zaman daha fazla öğretmen istihdamının yollarını araştırmasıdır.



Şimdi, bu geçmişi kısaca dikkate alırsanız, yeni ihdas edilen 70 bin öğretmen kadrosunun hiç de yabana atılacak bir miktar olmadığını ve 10 bin geçen haftalarda atanan öğretmene karşılık da, zannediyorum ki ağustos ayı içerisinde, bu yaz içerisinde 25-30 bin öğretmenin daha atamaya müsait olanlarının atanacağını da dikkate alırsanız bu kanun hayırlı bir iş yapıyor yani 70 bin öğretmen kadrosu ihdas ediyor, diğerlerinin atanmasına da imkân getiriyor.



Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığının başka eksiklikleri olabilir, arkadaşlarımız burada dile getirdiler, bunlar için çalışmaların yapılması gerekebilir, bunlara da bir şey söylemiyorum ama, tabii, bu kanunla ilgili kısmına gelirsek yapılan iş doğru bir iştir, yapılan iş hayırlı bir iştir, daha kadro verilmesi mümkün ise onun da verilmesinde ülkenin menfaati vardır. Hepiniz biliyorsunuz ki her zaman insana yapılan yatırım diğerlerinden çok daha rantabl bir yatırımdır, sonucunun ülkenin gelişimine fayda getireceği bir yatırımdır. Hatta sık sık burada dile getiriliyor, işte, şu kadar şu meslekte adamlar yetiştiriliyor, bunların bir kısmı işsiz kalıyor vesaire gibi ama dünyada o devletin veya özel sektörün kadrolarına göre insan yetiştirme devri geçti. İnsan gücü planlamasını ilk kıran Japonlar, dediler ki: "Vatandaşlarınızı ne kadar çok okutursanız, ne kadar uzun süre onları kaliteli bir eğitimden geçirirseniz o kadar kaliteli vatandaşa sahip olursunuz. Hiç olmazsa daha yararlı, kendileri de iş kapasitesi yaratan, potansiyel girişimciler olarak da yalnız kadrolara adam dolduran değil, kadroların oluşmasını da ortaya çıkaran insanlar yetiştirirsiniz." Aslında bu yaklaşım doğru. Zaten Japonya'nın son geldiği durum, özellikle Asya kaplanlarının durumuna baktığınız zaman eğitimle kalkınma arasındaki ilişkiyi çok açık görmeniz mümkün. 70'lerde Asya'da bir dram vardı, araştırmalar yapıldı, isim buydu. 90'larda Asya'da bir mucize yaratıldı ve Birleşmiş Milletlerin de, Dünya Bankasının da raporlarında ortaya kondu ki bu mucizenin yaratılmasında eğitime verilen önem her zaman rol oynadı ve öncelik kazandı. Şimdi, bu anlamda kanunun, öyle zannediyorum ki, itiraz edilecek bir tarafı yok. Daha fazlası mümkünse onun da verilmesinin tamamen faydalı olduğundan arkadaşlarımızla müttefikiz.



Şimdi, geriye kalıyor emniyetimizle ilgili konu. Şimdi, değerli arkadaşlarım, zannederim 1979'lardaydı, sonradan Emniyet Genel Müdürü lan bir emniyet yetkilisi arkadaşımız Hacettepe Üniversitesinde master yapıyordu. Benimle bir master tezi yazdı, emniyet teşkilatının personel durumunu inceliyordu. İnanınız ki 70'lerde aşağı yukarı mevcudun yüzde 60'a yakını ilkokul ve ortaokul mezunuydu polislerimizin. Bugün baktığımızda, artık durumun tamamen o geçen zaman içerisinde, eğitim yönünden en azından, çok değiştiğini görüyorsunuz. Sonra asgari lise mezununa döndü bu. Sonra, şimdi, yıllardır, en azından polis okullarıyla lise üzerinden bir yıllık eğitimden iki yıla döndü, polis meslek yüksekokullarına döndü ve nihayet, aynen üniversitelerde olduğu gibi, bir polis akademisi kuruldu. Bugün emniyet işleri fakültesi var.



Şimdi düşününüz ki nereden nereye geliyoruz, nereye doğru bir gidiş var? Şimdi, burada, polislerimize tabii ki bu genişleyen, eğitim almış, dünya standartlarında dört yıl polis akademisinde okuyan insanların veya polis yüksekokullarından mezun olan insanların daha da gelişimi için tedbirler de alınıyor. İşte, üniversite mezunları ihtiyaca göre alınıyor, bunlar için eğitim merkezleri kuruluyor, bunlar için tabii yeni kadrolara ihtiyaç var. Polislik içerisinde akademik gelişmeler veya mesleki gelişmeler olmak üzere bazı kademelendirmeler teklif ediliyor aynen öğretmenlerde olduğu gibi ama zaten dikkat buyurulursa Dışişleri Bakanlığımız gibi, İçişleri Bakanlığımız gibi, Maliye Bakanlığımız gibi personelin giderek belli kademelerle yetiştirilmesiyle bakanlıkların çok etkili bürokrasileri kurulabiliyor ama bunları yapmadığınız takdirde bakanlık merkez bürokrasilerinde de belli kademelerden, belli sınavlardan geçmiş genel müdürler, daire başkanları, müsteşarlar yetiştirmeniz

37

mümkün olmuyor. Dolayısıyla buralarda da yani İçişleri Bakanlığının mülki idare kademesinde olduğu gibi Emniyet Genel Müdürlüğünde de böyle kademelerin oluşması, giderek daha kaliteli insanların yetişmesine, elbette ki arkadaşlarımızın şikâyet ettiği bazı polisle ilgili, emniyetle ilgili, güvenlikle ilgili olayların da çok daha değişik düzeyde ve değişik kalitede ele alınmasına hizmet edecektir. Burada aşağı yukarı belli kademelere bazı kadrolar ve 20 bin yeni polis kadrosu ihdas ediliyor.



Şimdi, dikkat edilirse zaten bir taraftan da Türkiye'mizde şehirleşmenin etkisiyle giderek polisin görev alanları genişliyor, jandarmadan polise geçiyor. Bu da çok önemli bir aşama aslında. Bugün aşağı yukarı ülkenin yüzde 75, 76'sı kentsel kısımda olduğu için polisin görev alanına giriyor. Öyleyse gerek eğitim kademesi gerek bürokrasideki belirli kademelere insan yetiştirme bakımından polisin yeni kadrolara ihtiyacı var hem üst düzeyde hem de polis memuru düzeyinde ihtiyacı var. Polis memurları arasında teşvik edici bazı ilerlemeler, bazı kademeler getirilmesi var. Burada bütün bunları dikkate aldığımız zaman polise de yeni kadroların verilmesi aslında hayırlı bir iş. Bunu da burada mutlaka belirtmemizde yarar var.



Şimdi, gelelim doğrudan doğruya sosyal güvenlik sistemiyle ilgili konuya. Bildiğiniz gibi hemen hemen bütün siyasi partilerimizin, geçmişte de, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve BAĞ-KUR gibi sosyal güvenlik kurumlarımızın bir çatı altında toplanması konusunda parti programlarımız vardır. Devlette görev almış arkadaşlarımız da biliyor, siyasette de siyasi partilerimizin programlarında bu vardı. Bu ilk defa bu İktidar zamanında bir araya getirebildi. Çok tartışıldı, çok yapılacak dendi, programlara kondu ama olmadı. Kabul edelim ki, sosyal güvenlik kurumunun bir çatı altında birleştirilmesi herkesin aşağı yukarı arzu ettiği, programlarına koyduğu siyasi partilerin bir konuydu. Şimdi bu konu, yani BAĞ-KUR'u, Emekli Sandığı ve Sosyal Sigortalar belli bir sosyal güvenlik kurumu çatısı altında birleştirildi. Takdir buyurursunuz ki, bunun tabii ki sancıları olacak, bununla ilgili bazı problemler ortaya çıkacak. Nitekim bunlar da çıktı. İşte bu kanunun bazı maddelerinde ortaya çıkan bu problemleri teknik açıdan, yönetim açısından çözmek üzere bazı maddeler getirilmiş. İşte belli ölçüler içerisinde bir yerde daha evvel başka statü içerisinde, başka şartlar ve mantalite altında sosyal güvenlik kurumuna bağlı olanlar insanların bir başka sosyal güvenlik kurumundaki, onlarla birleşince bu hakların kaybolmaması için neler yapılması gerekir? Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, böyle bir büyük birleşmede mutlaka bazı sorunların çıkması normaldir. Bunların ortadan kalkması için de uygulamadan gelen bazı talepler karşısında bazı teknik uygulamalar var, düzenlemeler var. Mesela işte yeşil kart uygulamasında, arkadaşımızın birisi eleştirdi, dedi ki: "Daha mı partizanca yapacaksınız?" Dikkat buyrulursa, tam tersine, ilçe ve il idare kurullarına daha fazla yetki veriliyor. Yani devletin yetkilileri bunu, daha çok bunlar üzerinde kararları, yetkileri artırılıyor. Hiç de öyle partizanca bir yaklaşım gözükmüyor. Aynı şekilde, mesela dışarıda çalışırken emekli olmuş bir insanın tekrar Türkiye'ye dönüp çalıştığı zaman maaşında kesilmeler oluyordu. Bu, bir nevi tembelliği teşvik eden bir şey. Bunlar kaldırılıyor. Bunun gibi bazı teknik konular var. Eleştirilebilir, daha iyisi yapılabilir ama uygulamadan ortaya çıkan bazı sorunlar bunlar ve bunların büyük ölçüde bir siyaset veya parzitanlık konusu olacağına inanmıyorum. Arkadaşlarımız mutlaka iyi tektik etmişlerdir ve bunların yararlı teknik idari konular olduğunu çok açık bir şekilde görebilirler.



Şimdi, genelde, kanunun bir torba kanun olduğu doğru ama ağırlık merkezi itibarıyla çok önemli bazı kamusal görevlerin daha iyi yapılması için imkân sağlayan, kadro sağlayan bir kanun. İşte eğitimin bu konudaki önemi hiç inkâr edilemez. Ne kadar mümkünse o kadar öğretmeni daha iyi yetiştirsek, daha fazla kadroya öğretmen alabilsek, tamamen birleştirilmiş sınıflardaki eğitimi sonlandırabilsek, büyük ölçüde taşımalı eğitimi sona erdirebilsek, bunlar bizim için ideal şeyler, olması gereken şeyler. Buna doğru bir gidiş var ama, tersine dönüş yok. Dikkat buyurursanız, daha fazla öğretmen alınıyor. Arkadaşlarımız dediler ki: "Millî eğitime, İşte gayrisafi millî hasılaya oranla daha az para ayrılıyor." Hayır, daha az para ayrılmıyor. Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi, cumhuriyet tarihimizde ilk defa Millî Savunma Bakanlığını da geçti, miktar itibarıyla geçti. Şimdi, gayrisafi millî hasılaya oran için düşüyor, kalkıyor diyebilirsiniz ama ortada şöyle bir gerçek var:



2002 yılına göre 2010 yılı bütçesinde miktar itibarıyla aşağı yukarı 3 misli bir artış var. Bu kolay bir rakam değil. Keşke daha fazla olsa da daha fazla versek, çünkü -biraz önce de arz ettim- eğitime vereceğiniz para ülkeye her zaman yarar getirecektir. Neresinden bakarsanız bakın, eğitimli insan eğitimsiz insana göre daha yararlı vatandaş olabilecektir, daha yaratıcı vatandaş olabilecektir, iş yaratacaktır. Yalnızca kadroya adam yetiştirme şeklinde olmayan bir anlayışla ancak Türkiye kendisini daha fazla ileri götürebilir. Bugün büyük ölçüde yenileşmeye, icatlara, teknolojiye ağırlık vermeye ihtiyacımız var. İşte, üniversitelerimizde teknoparklar kuruluyor, daha fazla başvurular var buralarda görev almak üzere, devlet her türlü araştırma ve geliştirmeyi teşvik ediyor, özel sektörde de. Yeni mezun öğrencilere daha birkaç gün önce, Sanayi ve Ticaret Bakanı "Proje getiriniz, 100 milyar lira doğrudan doğruya bir kurulun seçeceği projelere para vereceğiz, isterseniz bunu batırabilirsiniz. Ama biz öyle istiyoruz ki, gençlerimiz yeni projeler üretsinler, yeniliklere imza atsınlar, biz de onlara verelim, çekinmeyin, müracaat edin." dedi bir üniversitenin mezuniyet merasiminde. Enteresandır, geçen sene ilk defa başlatılmış bu, ayrılan paranın aşağı yukarı üçte 1'i kadar müracaat olmuş, ama bu sene, ayrılan miktarın 10 misline yakın müracaat olmuş. Yani, yenilik için, yeni bir şeyler bulabilmek için, müteşebbisliğe bir yerden başlayabilmek için yeni bir projeyle, böyle imkânlar yaratılmış.

38

Şimdi, biraz evvel söyledim, o zaman kanunu çıkarken de bu kürsüden söylemiştim, polislerimizi, emniyet mensuplarımızı ne kadar fazla eğitirsek, sizi temin ederim ki o kadar daha kaliteli bir emniyet hizmeti alabiliriz ve daha az şikâyet gelebilir polisimizden. Dolayısıyla yapılan budur.



Bakınız, bugün bir akademi kurulmuş. Bugün Türkiye'nin herhangi bir konusunda televizyonlarda gördüğünüz fikirleri ileri sürenler, şimdi Polis Akademisinin bilim adamları, profesörleri, doçentleri, bunlar Polis Akademisinin kadrolu öğretim elemanları. Dolayısıyla, fakülte şeklinde bir eğitim veriliyor. Polis memurlarımız için asgari eğitim meslek yüksek okulu düzeyine indirilmiş. Polis okullarına telefonla, partizanca ne kadar adam alınırdı ama meslek yüksek okulu hâlini alınca doğrudan doğruya yükseköğretimdeki aldığı puana göre girmeye başlamışlar. Sadece bu aşama bile çok önemli ölçüde tarafsız bir emniyet gücünün ortaya çıkmasına fayda sağlıyor.



Biraz önce arz ettim yine sosyal güvenlikle ilgili olarak, bu kadar büyük bir kitleyi yani hem Emekli Sandığını hem Sosyal Sigortaları hem de BAĞ-KUR'u bir araya getirmişsiniz, milyonlarca insanın özlük haklarıyla ilgili işlemleri geçmişte ayrı kurumlarda yapmışsınız, şimdi de bu işlemleri bir araya getirmek, -devletteki çok tecrübeli arkadaşlar aramızda- kolay işler değil bunlar, elbette ki bazı hatalar olmuş, bazı eksiklikler olmuş.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Buyurun Sayın Sağlam, konuşmanızı tamamlayınız.



MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Şimdi, uygulamadan gelen eksiklikleri dikkate almak suretiyle yeni bazı düzenleyici maddeler getirmişler. Bunlar da, inanınız ki sadece uygulamanın ortaya koyduğu yönetimle ilgili sorunlar. Bir an evvel çözülmesinde, orada, bu sosyal güvenlikten yararlanan vatandaşlarımızın şu veya bu şekilde problemlerini daha aza indirme gayretleri var.



Demiyorum ki bütün bu problemler bitmiştir, bitecektir. Dünyanın hiçbir yerinde bütün problemleri çözen bir devlet yok ama gidişimize, eğilim trendimize baktığınız zaman iyiye doğru gidiyor, aksayan yönlerin düzeltilmesine doğru gidiyor. Bu da az bir haslet değildir.



Şimdi, dünyanın bugünkü durumuna baktığınız zaman -bizim kadar eski olan devletler de var, yeni olanlar da var, teknolojide çok ileri gittiğini ileri süren devletler de var- suç oranlarına baktığınız zaman, bu ülkelerin, gelişmiş ülkelerin şehirlerini Ankara'yla, İstanbul'la, bizim İzmir'le Adana'mızla mukayese ettiğiniz zaman Türkiye'deki suç oranları -buradan bunu bilerek, incelemiş bir insan olarak söylüyorum- inanınız çok daha düşüktür. Bu da az bir şey değildir. Bunu başaranlar da emniyet mensuplarımızdır. Onları ve onları yönetenleri buradan kutluyorum.



Cumhuriyetin eğitim serüveni ise, her yerde söylüyorum, şartları dikkate aldığınız zaman bir başarı hikâyesidir. En kötü şartlarımızla, devletin başındaki Büyük Atatürk elinde tebeşirle ülkesini eğitmiştir, sonra gelen cefakâr, fedakâr öğretmenlerimiz bunu sürdürmektedir, bugün de sürdürüyorlar. Eğitim ordusunun her zaman, gerçekten, bu ülkeye inançla hizmet ettiğini ve elinden geleni yaptığını hepimiz kabul etmek zorundayız.



Bu itibarla, bu kanun tasarısının bu üç önemli kuruma hayırlı hizmetler yapacağı inancıyla hepinizi saygıyla selamlıyorum.



Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)



BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.



Hükûmet adına İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay.



Sayın Bakanım, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yüce Meclisi saygılarla selamlıyorum.



Birkaç kurumumuzu ilgilendiren, önemli birkaç konuyu içine alan kanun teklifiyle ilgili burada gösterdiğiniz ilgiye, değerli konuşmalara teşekkür ederim. Ben de bu vesileyle bazı konularda sizlere bilgi sunmak istiyorum. Tabii, en başta, tasarıda Bakanlığımızla ilgili, özellikle emniyet teşkilatımızı ilgilendiren birkaç husus var, sonra da Eğitim ve Çalışma bakanlıklarıyla ilgili konulara da değineceğim.



Sayın başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, polis teşkilatımız, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği gibi çok önemli, çok hassas konularda görev yapmaktadır ve dönemimizde, bu görevi mümkün olabildiğince en hassas şekilde, demokratik hukuk devletinin gereklerini, hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini dikkate alarak yerine getirmeleri yönünde çaba sarf ediyoruz. Doğrusu, bu çerçevede, Bakanlık olarak güvenlik konseptini yeniden tartıştık, değerlendirdik ve bazı yeni ilkeler de belirledik yani birçok anlayışı da değiştirdik. Suçla mücadelede, kamu düzeninin sağlanmasında bazı yeni stratejiler de ürettik. Suça projeli yaklaşım esasını getirdik ve birçok suç türünde gerçekten son yıllarda ciddi azalmalar oldu bunların uygulamaya konmasıyla ve şu anda da başarılı sonuçlar almaya devam ediyoruz ve polis teşkilatımızın çalışmalarını kamuoyunun da takdir ettiğini biliyoruz. Vatandaşla polisimizin ilişkisine de çok önem veriyoruz, daha doğrusu insanımıza insanca muamele edilmesini, iyi muamele edilmesini, insan ve hukuk merkezli bir güvenlik hizmeti verilmesini çok önemli görüyoruz.



Polis teşkilatımızda sürekli bir gelişim, gözle görülür bir iyileşme söz konusu, doğrusu bunları biz de bir bir takip ediyoruz. Bu alanda verilerle çalışmayı çok önemli görüyorum hem suç sayıları,

39

oranları hem suçların aydınlatılma oranları gibi konularda. Özellikle, şunu da ifade etmek istiyorum: Gittikçe insan kalitesi de arttı, eğitim kalitesi arttı, onun için de hizmetlerimizde gerçekten daha olumlu bir trend var. Türkiye, biliyorsunuz, bir zamanlar, hükûmetlerimiz öncesi, uluslararası alanda dahi işkence davalarıyla çok muhatap olan, İnsan Hakları Mahkemesinde bu yönde çok cezalar almış bir ülkedir. Tabii, hükûmetler olarak "işkenceye sıfır tolerans" diye bir ilke getirdik ve onu uyguladık. Size şunu söyleyeyim: 2009 yılı içinde az sayıda kesinleşmiş iki karar vardır. 2010 yılı içinde işkence sebebiyle güvenlik birimlerimiz hakkında açılmış bir tane dava söz konusu değildir. İşkence ve kötü muameleyle doğrusu çok ciddi mücadele ediyoruz, onu ifade etmek isterim ve doğrusu bunun sonucunu da, bu olumlu trendi de görüyoruz, burada bir vesileyle doğrusu sizlere de tanıtmak, takdim etmek isterim.



Türkiye İstatistik Kurumunun "Yaşam Memnuniyeti Araştırması" diye bir araştırması vardır. Benim devlet bakanlığım döneminde İstatistik Kurumu bana bağlıydı, 2003 yılında bunu başlatmıştım. Çağdaş ülkelerde bu yapılır. Genelde her yılın sonunda yapılır ve kamu hizmetleriyle ilgili vatandaşın değerlendirmesi alınır. Vatandaş hangi hizmetlerden memnun, hangilerinden şikâyetçi, hemen hemen bütün kamu hizmetleri burada sıralanır. Bu sene memnuniyetle şunu ifade edeyim: 2009 yılı araştırması yeni çıktı. Vatandaşın en yüksek memnuniyet gösterdiği husus asayişti, iç asayişti, günlük hayattaki asayişti. Yani asayiş hizmetlerindeki memnuniyet bu seneki kamu hizmetlerinin en başında gelmekte yüzde 80'ler civarındadır. O da tabii, bizim çalışma azmimizi doğrusu daha da artırıyor.



Sayılarla ilgili kısa bilgiler size sunacağım: Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; her yıl teşkilatımızdan yaklaşık 5 bin polis emekli olur. Şu anda polis mevcudumuz 219 bin civarında. İki kaynağımız var polislikte, birisi: Polis meslek yüksekokullarından iki yıllık meslek yüksek okulu. Öğrenciler üniversite sınavına girerler, belli puanın üzerinde alanlar -bu sene 280'dir o puan- polis meslek yüksekokuluna girmek istiyorsa müracaat ederler. Müracaat sayısı genelde 50-60 bin civarında oluyor. Bunlar için ÖSYM'ye ayrıca bir sınav yaptırılır, ondan sonra da oranın sonucuna göre yerleştirme yapılır. Buradan yılda yaklaşık 6 bin kişi mezun olur. Ayrıca 2005 yılından itibaren, bilindiği gibi, bir uygulama başlattık. Üniversite mezunları bu kamu görevine girmek için KPSS sınavına -biliyorsunuz- girerler, o sınavdaki puanlarına göre üniversite mezunlarından müracaat alırız. Bunlar altı aylık hızlı bir eğitime tabi tutulur POMEM'lerde ve bunlar polislik mesleğine geçer. Bu şekilde de yılda yaklaşık bir 10 civarında ki, bu sene de 10 bin yine olacak�Bu şekilde 2005 yılından bu yana 23.221 kişi alınmıştır ve bu sene de şu temmuz ayında gene, grup grup bunlar eğitiliyor, 4.806 kişi daha buna ilave olacaktır.



Şimdi, bizim, polis eğitiminde yüksekokul mezunu, yüzde 19'dan şu anda yüzde 82'ye çıkmıştır çünkü artık, yüksekokul veya üniversite mezunu olmayan zaten polisliğe alınmıyor. Alanı genişlemiştir, 43 yeni ilçe kurulmuştur biliyorsunuz, bunlar büyük ilçeler. Ayrıca, daha önce ilçe olduğu hâlde jandarma bölgesi olan 84 ilçemizde polis teşkilatı kurulmuştur. Büyükşehirlerde, bazı alanlar jandarmadan�İşte, Ankara'da üniversite muhitleri, Bilkent vesaire, Çayyolu gibi yerlerde olduğu gibi, büyükşehirlerde, jandarma alanından polise devredilen alanlar olmuştur. Bütün bu sebeplerle, polis sayımızda tabii yine belli yetersizlikler de yaşıyoruz yani iş yükü daima daha fazla oluyor. Ama, şunu memnuniyetle ifade edeyim: Bu, özellikle üniversite mezunu olarak aldığımız ve altı ay çok yoğun bir eğitimden geçenlerden, yöneticiler emniyet teşkilatımızda çok memnunlar, çok iyi uyum gösteriyorlar, üniversite mezunu olduğu için gerçekten hem insan ilişkilerinde hem de kendi mesleğinde oldukça memnunuz.



Eğitimde tabii, ifade ettiğim gibi, hem hizmet içi eğitimde hem genel eğitimde, yani insan ve hukuk ağırlıklı, odaklı bir eğitimi çok önemli görüyoruz. Polis teşkilatımızda bir de doğrusu yeni teknolojiyi çok önemsiyoruz. Bütün safhalarda ve görevlerde yeni teknoloji. Eskiden, bilirsiniz -şimdi o araçları görmeyeceksiniz- polisimiz, böyle, çok eski, boyaları yıpranmış falan araçlar kullanırdı. Şimdi, pırıl pırıl araçları vardır dikkat ederseniz, hiç öyle eski araç kalmamıştır. Polisimizin bazen aracına benzin koymakta zorlandığı günler olmuş. Şu anda, çok daha rahat şartlar içinde çalışıyor, emniyet müdürlükleri yenileniyor. Bildiğiniz gibi, 2009 yılını, biz, Polis Merkezleri Yılı -yani karakol eski ismi- ilan etmiştik. Bütün polis merkezlerini gözden geçirdik. Bunları gittiğimiz yerlerde de geziyoruz, denetliyoruz. Arkadaşlarımı gönderiyorum, bunları denetletiyoruz. Bütün polis merkezleri mutlaka temiz. Gelen vatandaşı rahat ettireceği, ikramda bulunacağı bir ortam. Bütün orada gözaltı odaları mutlaka kameralı, kamerasız polis merkezimiz yok. Bunları doğrusu çok önemli görüyoruz. Tabii özlük haklarıyla ilgili -çok teşekkür ederiz burada ifade edildi- bazı sorunlarımız var ama yani Hükûmetimiz döneminde bazı iyileştirmeler yaptık, size bilgi olsun diye ifade edeyim: Şu anda iki yıllık bir mezun polis mesleğine başladığında 1.900 lira maaş alarak başlar. Doğrusu polis tabii çok yoğun çalışır, mesai mefhumu fazladır onda yani normal mesainin dışına çıkar ama mümkün oldukça tabii artırılması da lazım. Biraz daha -burada da ifade edildi- emeklilik dönemiyle ilgili doğrusu çalışmamız gerekiyor, takviye etmemiz gerekiyor.



Bir değerli milletvekilimiz, bu yükselmelerle ilgili ifadede bulundu. Doğrusu kendi dönemimden önce şöyle bir şey vardı, biraz kadrosuzluktan az yükselme. Şu anda yükselmelerde kadro sorunu yok. Özellikle 1. sınıf emniyet müdürlüğüne yükselmede kadro surunu hiç yok. Mesela, bu seneyi söyleyeyim: 1'inci sınıfa yükselen 2001 kişi, 29 kişi yükselememiş, onların da sicilleriyle

40

ilgili, soruşturmalarıyla ilgili sorunları var. 2'nci sınıfa 320 kişi yükselmiş, 11 kişi yükselememiş aynı sebeplerle. 3'üncü dereceye de, 3'üncü sınıfa da 462 kişi yükselmiş, 22 kişi yükselememiş yani yükselme sayıları fazladır. Zamanı gelip de yükselmesi gerekenler için hiçbir kadro sıkıntısı artık çekilmiyor, bu da arkadaşlarımızı doğrusu memnun ediyor onu da ifade etmek isterim.



Bugün bu teklifle -şu anda önümüzdeki- getirdiğimiz birkaç husus var, onlara da ikişer cümleyle değinmek istiyorum. Bir, özellikle bu üniversite mezunlarında, hele askerliğini de yapmış olarak gelenler için doğrusu başvuru yaşını yükseltmiş oluyoruz birer yaş, yirmi sekiz ve otuz yaşına bunu çıkarıyoruz çünkü o konuda şikâyetler geldi.



Daha önemlisi, tabii özellikle de 20 bin yeni polis atamasıyla ilgili 20 bin kadro burada tahsis ediliyor. Bunların hemen 10 binini ilan edeceğiz ve şu haziran ayında üniversiteden işte mezun olanlar için temmuz ayı içinde ilan edeceğiz ve 10 bin üniversite mezunu polis alacağız, onu ifade etmek isterim.



İkinci husus, burada bir "başpolislik", "kıdemli başpolislik" gibi bir uygulama getiriliyor. Buna nereden ihtiyaç doğuyor? Doğrusu, şöyle bir durum değerli arkadaşlar: Şimdi, bir polis mesleğe diyelim ki yirmi bir yaşında falan başlıyor, elli yaşında, elli iki yaşında emekli oluyor. Otuz yıllık yaklaşık bir hizmet süresi hiç yükselmiyor. Tabii akademi mezunları için, onlar komiser yardımcısı olarak başlıyorlar -fakülte mezunları- ve onlar yükseliyorlar ama yüksekokul mezunları için otuz yıl hiç yükselmeme�Tabii burada da motivasyon artırıcı bir şey getirmek istiyoruz.



İkincisi, bizde, poliste amir sayısı az, yüzde 90'nı polis. Bunların kendi içinde yönetim kademesi olmasında zorlanıyoruz yani normalde polislik mesleğinde en fazla 10 kişinin üzerinde bir amir, yönetici olması lazım. Şu anda bizim emniyet teşkilatında 35 kişiye bir yönetici düşüyor. Bu başpolislik ve kıdemli başpolislikte doğrusu bu manada bir ara kademe yönetici gelmiş olacak. Özellikle timlerde, polis merkezlerinde falan bunu bir ihtiyaç olarak görüyoruz. Onun için bu konudaki desteğinize teşekkür ederiz. Bir de emekli yaşı düşük. Üç yaş artırmış oluyoruz yani elli beş yaşa çıkmış oluyor. Polisin verimli çağıdır. Elli iki yaşında emekli olurken elli beş yaşına çıkarmış oluyoruz. Bu manada, tabii, sosyal güvenlikle ilgili konular da düzenlenmiş oluyor. Polisle ilgili genel manada getirdiğimiz bunlar.



Burada, tabii, arkadaşlarımızın değindiği bazı hususlar var, özellikle orada Sayın Milletvekilinin Silopi'yle ilgili söylediği husus. Değerli arkadaşlar, bu tür olaylar hiçbirimizin arzu etmediği olaylardır. Her hâlükârda üzücüdür, olmaması gereken olaylardır. Eğer yanlış bir şey oluyorsa da mutlaka araştırılması gereken olaylardır ve eğer sorumlusu varsa, yanlış yapan varsa cezalandırılması gerekir. Toplumsal hayat kurallarla yürür.



Bu manada, olayın olduğu gün, olaydan sonra haberim olduğunda Validen bilgi aldım ve hemen soruşturma başlatmasını ve bana daha ayrıntılı soruşturma sonucunu iletmesini şey yaptım. Aynı gün orada bir vali yardımcısı ve Güvenlik Şube Müdürünü görevlendirdi, biz de merkezden takviye ettik. Onun sonucunu bekliyorum. Bu araştırma sonucu, tabii, önümüze rapor gelecek ama ben size ilk gelen bilgiyi de�Değerli Milletvekilimiz, burada bilgi sundular ama bana gelende de şu: Burada bir kanunsuz gösteri yürüyüşü var. 2911 sayılı Kanun'a göre bu, kanunsuz. Herhangi bir tertip heyeti yok. Resmî herhangi bir müracaat yapılmamıştır. Kaymakamlıkça belirlenen yasal gösteri ve yürüyüş güzergâhı kullanılmamıştır. Defalarca ikaz yapılmasına rağmen, kalabalık dağılmamıştır.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakan, ben oradaydım. Allah aşkına ya!



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bunları "Haklı görüyorum." anlamında söylemiyorum. Bana vilayetten, Valilikten gelen açıklama. Efendim, güvenlik kuvvetlerince�



MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) - Milletvekili Valiyle görüşüyor, siz diyorsunuz: "Bildirim yoktu." Ayıp denilen bir şey var.



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) -Değerli milletvekilleri, tabii Valiliğin sorumluluk alanı, bana Valilikten gelen açıklamayı satır satır okuyorum oradan yazılı gelen açıklamayı.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakanım�



MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) - Valiniz yalan atıyor!



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Değerli arkadaşlar, siz düşüncenizi söylediniz burada.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakan, siz saldırganları görevlendiriyorsunuz, bize saldıranları görevlendiriyorsunuz. Ne yanlış yaptığınızın farkında mısınız?



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Değerli arkadaşlar, siz söylediniz, müsaade ederseniz�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Güvenlik Şube Müdürü bize saldıran zaten ya! Bize saldıranları�



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Güvenlik kuvvetleri göstericilerce taşlanmış, 2 polis memuru yaralanmış, bunlardan 1 polis memuru biraz da fazla yaralı.



Burası İpek Yolu yani Habur'a giden yok, ana yol, iki tarafta trafik işlemiyor�



SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Zaten Habur'da kaldınız, Habur'dan bir türlü çıkamadınız.



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - �e o ana yolun, İpek Yolu'nun açılması için polis ikaz ediyor. Ben burada işin bir tarafına bakıyorum, kimse haklı-haksız ama bu konulara kamu güvenliğini sağlayan kişiler olarak da bakmamız�İkaz ediyorlar ve ondan sonra da su sıkmışlar. Olay

41

olduktan sonra duydum ben, bilgi istedim, soruşturuluyor ve ayrıca da adli soruşturma da aynı gün başladı, savcılık soruşturma başladı. Hem adli hem idari, yanlış yapan cezalandırılır. Ben üzüntümü de belirterek bunu burada ifade edeyim.



SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Kınamadınız Sayın Bakan, kınamadınız!



MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) - Ankara'da müfettiş bitmiş mi? Ankara'da müfettiş kalmadı mı?



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Eğitimle ilgili, değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili, tabii öğretmen sayılarımızla ilgili burada bilgiler var ama bugünkü tasarının özü öğretmenlerimiz. 70 bin öğretmen kadrosu tahsisi burada, bu teklifte öngörülüyor ve bunun 25 bininin hemen kullanım izni isteniyor. Yani bugün Millî Eğitim Bakanlığına vereceğimiz bu teklifle 70 bin daha öğretmen kadrosu ve 25 bininin hemen yakın zamanda kullanılması yönündedir.



Bir de Çalışma Bakanlığımızla ilgili var, Sosyal Güvenlik Kurumuyla ilgili. Bir defa yeşil kartın süresi 1 Ocak 2012 tarihine kadar uzatılıyor. İkincisi, yeşil kart verilmesi için erteleme süresince işlemlerin il ve ilçe idare kurulları tarafından verilmeye devam etmesi burada öngörülüyor. Hastaneye müracaat eden on sekiz yaş altı çocukların sigortalı olmayan ana babalarının sigortalı olarak tescil tarihinde�Boşluğun doldurulması, bu manada bir boşluk doldurması söz konusu.



Ayrıca, ölüm aylığı alan -annesinin babasının- çocukların Polis Akademisine öğrenci olarak başlaması hâlinde bu aylıklarının kesilmemesi çünkü Polis Akademisinde masrafları karşılanıyor, belli bir burs veriliyor. Bu harp okulları için de aynıdır, ikisini eşit duruma getiriyoruz.



Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği iki husus var bu BAĞ-KUR'la ilgili ve Sosyal Güvenlikle ilgili. Onlarla ilgili burada düzenlemeler yapılıyor, boşluklar gideriliyor ve bir de yurt dışında geçen sürelerle ilgili, emekliler için borçlanma süreleriyle ilgili bir düzenleme yapılmış oluyor.



Ben bu vesileyle tekrar bu tekliflerimize gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ediyorum.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Buyurun efendim.



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Başkanım bitiriyorum.



Bu teklifler, bu yeni kadrolar ve bu yeni düzenlemeler inşallah bu kurumlarımıza hayırlı olsun, yürüttüğümüz hizmetler için verim getirsin diyorum.



Hepinizi en derin sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)



BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.



Şahsı adına Zonguldak Milletvekili Ali Koçal.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkanım�



BAŞKAN - Evet�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakan benim beyanımla ilgili bir açıklama yaptı. Ben olay yerindeydim, saldırıya uğrayan milletvekilliyim. Yanlış bilgilendirme oldu, o konuda açıklama getirmek istiyorum 69'a göre.



BAŞKAN - Nasıl yanlış bilgilendirme?



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Şimdi, ben olay yerindeydim, saldırıya uğrayan milletvekiliyim.



BAŞKAN - Sayın Kaplan, bakınız, aynı şeyi�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Şimdi�



BAŞKAN - Şöyle söyleyeyim efendim, müsaade eder misiniz, bakın?



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Şimdi, bakın�



BAŞKAN - Müsaade eder misiniz Sayın Kaplan?



Bakınız, dün de aynı şeyleri burada ifade ettiniz, gösterdiniz, açıkladınız. Siz açıkladınız, Sayın Bakan da bir kısım bilgiler verdi. Şimdi bir müddet sonra siz deseniz ki�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakan benim beyanım üzerine açıklama yapıyor. Ben olay yerindeyim.



BAŞKAN - Anladım, tamam�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Ben bir şey söylüyorum.



BAŞKAN - Hayır, siz zaten açıklamayı yaptınız.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Lütfen, iki dakika�Bunların cevabını vermek zorundayım.



BAŞKAN - Sayın Bakan da�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Kamuoyunu doğru bilgilendirmek zorundayız.



BAŞKAN - Arkadaşlar, bakınız, burada şimdi her hususta birbirimize cevap verme noktası olmaz.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Her hususta değil efendim.



BAŞKAN - Böyle bir şey yok.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Yanlış bir bilgilendirme var. Söylenenler, yönlendiriciler Sayın Bakanı yanıltıyorlar. Sayın Bakanın iyi niyetinden şüphem yok ama Sayın Bakana doğru bilgi gelmiyor.



BAŞKAN - Şimdi, arkadaşlar, bakınız�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Buna cevap vermek durumundayız.



BAŞKAN - Bakınız, şimdi, mülki�

42

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Hem saldırıya uğrayacağız hem kemiklerimiz kırılacak hem kürsüde "yalandır" diye açıklanacak, olmaz bu.



BAŞKAN - Bağırmayınız Sayın Kaplan, bağırmayın lütfen. Duyuyoruz sesinizi. Bağırmayınız efendim, bağırmayınız. Sesinizi duyuyoruz.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakana bunu gönderdim, CD gönderdim.



BAŞKAN - Tamam.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - İzleyin�Sizin görevlilerinizin size doğru bilgi vermeyeceğini biliyordum.



BAŞKAN - Tamam, izlesin Sayın Bakan.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakan, izlediniz mi bunu?



BAŞKAN - Sayın Koçal, buyurun efendim.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Lütfen�



Sayın Başkan, bu yaptığınız haksızlık, usulü ayaklar altına alıyorsunuz.



BAŞKAN - Efendim, bakın, usulü ben ayaklar altına almıyorum. Siz bir açıklama�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakana yanlış bilgi verildi.



BAŞKAN - Sayın Kaplan, istirham ediyorum, bir defa�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Bakan, burada yanlış bilgi açıklaması yaptı.



BAŞKAN - Evet, yaptı ne var bunda? Tamam.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Ben de saldırıya uğrayan ve orada olan bir kişiyim.



BAŞKAN - Efendim, şöyle, ben size şunu söyleyeyim�



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Söylemlerinin hiçbiri doğru değil, uyarı yok, kargaşa yok�



BAŞKAN - Allah Allah�Sayın Kaplan, bir dakika�Allah'ım ya Rabbim.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - �aldırı yok, hiçbir şey yokken buyurun 3 tane milletvekili saldırıya uğruyor. Bakın bana, şu görüntülere�Arkadaşlar, izleyin ya. Şu CD'leri bütün genel başkanlara gönderdim.



BAŞKAN - Tamam.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Allah'tan korkun ya, bunun ötesi var mı? Ya bunu gönderdim ya. Gönderdim, anlayın.



BAŞKAN - Bağırmayın lütfen Sayın Kaplan. Bağırarak Türkiye'de hiçbir şey hâlledilmez. Oturun efendim, lütfen, oturun.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Nasıl söz vermiyorsunuz? Allah'tan korkun. Bu kadar vicdansızlık olur mu? Kendi üyeniz saldırıya uğruyor, kemikleri kırılıyor, yanlış bilgi veriliyor; Bakan yanlış bilgilendiriliyor. Allah'tan korkun. Böyle Başkanlık olur mu?



BAŞKAN - Böyle bir üslup yok.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Yapmayın yani, hayır yani burada bilmeyen�



BAŞKAN - Lütfen�Lütfen�Böyle bir üslup olmaz Sayın Kaplan. Lütfen oturunuz.



HASİP KAPLAN (Şırnak) - Hayır 60'a göre de, 69'a göre de söz hakkımız var.



BAŞKAN - Sayın Koçal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)



ALİ KOÇAL (Zonguldak) - Teşekkür ediyorum.



Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 508 sıra sayılı kanun teklifleriyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.



Tabii, bu kanun teklifleri içerisinde ağırlıklı olarak Millî Eğitim Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına personel atamasıyla ilgili bölümler var. Ben eğitimle ilgili bölümüne yönelik görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.



Burada, öğretmen ihtiyacının giderilmesine yönelik bir kadro tahsisi vardır, bu yasa teklifinde. Kuşkusuz bu sevindiricidir, teşekkür ediyoruz. Zaman zaman böyle kamuoyunu, vatandaşlarımızı ilgilendiren yasalar önümüze geldiğinde doğrusu heyecanlanıyoruz.



Tabii, alınacak olan, alınması tasarlanan 70 bin öğretmene karşılık yaklaşık 40 bin civarında bir öğretmen alınacağını biliyoruz. Bu 70 binin tamamının kullanılamayacak olması çok da olumlu karşılanmıyor. Biz isterdik ki bu kadronun tamamı kullanılabilsin. Hatta Türkiye'nin 140-150 bin civarında öğretmen ihtiyacı vardır. Bu, herkes tarafından biliniyor. Mümkün olsa da bu öğretmen ihtiyacını giderebilsek. 140-150 bin civarında öğretmen ihtiyacı varken tabii, 300-330 bin civarında da öğretmenlerimiz sırada bekliyorlar, bunları hem bekletmemiş oluruz hem de ihtiyacımızı karşılamış oluruz çünkü bir ülke için eğitim her şeyin üstündedir. Önce insanlarımızı eğiteceğiz ki, iyi eğiteceğiz, iyi insan yetiştireceğiz, ahlaklı insan yetiştireceğiz, dürüst insan yetiştireceğiz, ondan sonra da ülkemizin geleceğini garanti altına almış olacağız. Bunları yapabilmemiz için eğitimi mutlaka çok ciddi olara ele almamız lazım.



Türkiye'de birçok eksiklik var mıdır? Vardır. Bu eksikliklerin giderilmesi için zaman zaman çalışmalar oluyor mu? Oluyor, elbette. Bu Hükûmet döneminde de çalışmalar olmuş mudur? Olmuştur ama bunların hiçbir tanesi yeterli değildir çünkü bu İktidar döneminde yapılan çalışmaların, eğitime yönelik çalışmaların büyük bir bölümü ne yazık ki değerli milletvekilleri, kadrolaşma yönünde gerçekleştirilmiştir. Daha çok kendi ideolojilerini, AKP ideolojilerini yaygın hâle dönüştürebilmek ve yerleşik hâle dönüştürebilmek için birtakım çalışmalar yapılmıştır. Bu da tabii çok uygun bir davranış

43

değildir. Bir ülkenin geleceği eğitime bağlı olduğuna göre yetiştirilecek olan insanlar da ona yönelik olarak yetiştirilmelidir. Bir ideolojiye bağlı değil çağa uygun, çağdaşlığa uygun ve geleceğimize uygun olmalıdır.



Bir diğer yandan bu, torba yasa olarak önümüze geldi. Bu, temel kanun olarak değerlendiriliyor. Çok fazla bu yasayı, teklifi değerlendirme, burada tartışma imkânını bulamıyoruz. Keşke temel yasa olarak değil de normal bir teklif olarak gelmiş olsaydı enine boyuna bu tartışmaları yapmış olurduk.



Değerli milletvekilleri, tabii, bir ülke için baştan da ifade ettiğim gibi en önemli olan eğitimdir, Millî Eğitim Bakanlığıdır. Millî Eğitim Bakanlığının işlevi çok önemlidir. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığımızın, bu dönemde, özellikle de son iki yılda atadığı müsteşarlar çok birikimli, donanımlı olabilirler, kariyer yapmış olabilirler, ülkemize de çok üstün hizmetler yapmış olabilirler, ama eğitim ayrı bir alandır, eğitim ayrı bir koldur; dolayısıyla, burada eğitimle ilgili Millî Eğitim Bakanlığına atanacak olan müsteşarların eğitimin içinden gelmiş olması tercih edilirdi, çok daha iyi olurdu diye düşünüyoruz, bu görüşümü de sizinle paylaşmak istiyorum. Böyle olmamıştır ne yazık ki.



Tabii, cumhuriyetimizin her döneminde eğitim, Millî Eğitim Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığındaki kadrolaşmalar değerlendirilmiştir, tartışılmıştır, ama bu dönemde olduğu kadar hiçbir dönemde Millî Eğitim Bakanlığı tartışılmamıştır. En son, biliyorsunuz, Sayın Hüseyin Çelik'in bakanlığı devrederken "Bakanlığı otomatiğe bağlıyorum." demiş olması gerçekten zihinlerden bir türlü çıkmıyor, ne bir eğitimciye yakışmıştır ne de bir Millî Eğitim Bakanına yakışmıştır. Ondan sonra gelen Millî Eğitim Bakanımız da otomatiğe bağlı mıdır değil midir, bunu kanıtlamak için büyük bir çaba içerisinde olduğunu görüyoruz, umarız iyi şeyler yapar da bu otomatiğe bağlı olmadığını kendisi ortaya koymuş olur.



Değerli arkadaşlar, tabii, Millî Eğitim Bakanlığının birçok sorununun olduğunu söyledim. Bu sorunlara kısaca birkaç madde olarak değinmek istiyorum.



Önemli olan, şu sıralarda Türkiye'de Millî Eğitim Bakanlığının taşımalı eğitim sistemini bir daha gözden geçirmesi gerekiyor. Taşımalı eğitim sistemi, esasında sekiz yıllık eğitimle birlikte başlamıştır ve sekiz yıllık eğitimde öğretmen ihtiyacı bahane edilerek, köy okullarına branş öğretmeni gönderilemediği için taşımalı eğitim gündeme gelmiştir, böylece birçok köy boşaltılmıştır, birçok köyde şu anda okul yoktur. Bunu tekrar yeniden gözden geçirip bu okulların hayata geçmesi için neler yapılması gerekiyorsa, mutlaka bunları yapmak lazım. Yani, köy okullarını kapatmamak gerekiyor. Hele hele köy okullarında öğrenci sayısının düşmesiyle ilgili eğer bir değerlendirme yapıyorsanız, siz orada okul öncesi eğitimi dikkate alarak beş-altı yaş grubundaki çocukları da almak suretiyle okul öncesi eğitime bir katkı sağlamış olursunuz, o eğitimi köyden başlatmış olursunuz, şehir yerine köyden başlatırsınız ve de köy okullarını kapatmamış olursunuz. Köy okullarını kapatmak demek, köyü şehre taşımak demektir. Elbette, köyün şehre gelmesinde çok önemli hususlar vardır. Tabii köylünün gelip şehirde daha sosyal bir çevrede, daha sosyal bir hayat içerisinde yaşaması önemlidir, ama köylerini de boşaltmaması gerekiyor. Bunun da yolu köy okullarının kapatılmamasıdır ve köy okullarında okul öncesi eğitimin başlatılmasıdır.



Değerli arkadaşlar, bir diğer konu, okuldaki öğretmenlerimiz ve özellikle de yöneticilerimiz ne yazık ki günümüzde dilenci durumuna düşmüştür. Devlet tarafından okulların her türlü ihtiyaçları karşılanamadığı için daha çok yönetici arkadaşlarımız ve öğretmenlerimiz, özellikle de sene sonlarında piyasaya çıkarak para toplamak ve çeşitli etkinlikleri paralı yapmak suretiyle bütçe yapma mecburiyetinde bırakılıyorlar. Bu durumdan öğretmenleri çıkarmak lazım. Okul ihtiyaçlarını velilere ödetmemek gerekiyor. Bu, zaten bir anayasal haktır da aynı zamanda. Okulların ve öğrencilerin ihtiyaçları mutlaka devlet tarafından, Bakanlık tarafından karşılanmalıdır.



Örneğin, okul aile birlikleri vardı daha önceki yıllarda. Okul aile birlikleri okulla aileler arasındaki diyalogu sağlıyordu. Ama günümüzde öyle değil, okul aile birlikleri para toplar, okuldaki bütçeyi hazırlar noktaya taşındı. Bu yanlıştır. Okul aile birliklerinin okul ile aile arasındaki diyalogu sağlaması çok önemlidir.



Ayrıca, artık resmî okullar ve özel kurumların kendi aralarında rekabet etmeleri gerekirken, yani esasında özel okulların olması gerekiyor rekabet olması bakımından, ama devlet okullarının, resmî okulların bunların çok arkasında, çok gerisinde kalmış olması da devlet açısından, Millî Eğitim açısından düşündürücüdür, doğru değildir. Mutlaka okullarımızın özel okullarla da rekabet edebilecek noktaya taşınması lazım.



Bir diğer konu, tabii, eğitimdeki sıkıntımızdır.



Değerli arkadaşlar, giderek eğitimin kalitesi düşmektedir. Bunun nedenlerini Millî Eğitim Bakanlığı mutlaka biliyor. Alınması gereken önlemler de böyle oradan buradan işte toplamak suretiyle yapılacak durumda değil, herkes bunu biliyor. Neyin yapılacağını, nasıl yapılacağını herkes biliyor. Bu kaliteye yükseltmek için nelerin yapılabileceğini biliyor. O hâlde bunu yapmamız gerekiyor. Sınavlar bunun çok açık göstergesidir. Devletin yaptığı sınavlarda birçok öğrencimizin sıfır çektiği, birçok öğrencimizin bazı sorulara, önemli birçok soruya, yüzde 100 yanıt vermesi gereken birçok soruya cevap veremediğini görüyoruz. Bunun ortadan kaldırılması lazım.

44

Yine, tabii, eğitim, öğretim nedense hep böyle sınav kazanmaya yönelik, sınav kazanmaya endeksli bir hâle dönüştürüldü. Okullarda sosyal aktiviteler artık bir kenarda kalmış oldu. Sosyal aktiviteler rafa kaldırıldı. Bunu da yeniden Millî Eğitim Bakanlığının bir değerlendirmesi gerekiyor ve sınava giren öğrencilerin son yıllarda okulu değil de dershaneleri tercih ettiğini de hepimiz biliyoruz. Bu, aslında devletin ve Millî Eğitim Bakanlığının ayıbıdır. Buraya dikkat etmek lazım. Yani bu ayıptan devletin ve Bakanlığın kurtulması gerekiyor.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Sayın Koçal, konuşmanızı tamamlar mısınız.



ALİ KOÇAL (Devamla) - Evet, tamamlıyorum efendim.



Bir diğer konu değerli arkadaşlar, öğretmenlerin sıkıntılarıdır. Öğretmenlerin çok önemli sıkıntıları vardır. Bu sıkıntıları gidermek için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Mademki eğitimin odağında öğretmen vardır. Öğretmeni hem maddi hem manevi olarak donanımlı hâle getirmemiz lazım. Özellikle de şimdi öğretmenler yaz tatiline çıkacak. Keşke Sayın Bakan burada olmuş olsaydı ama Sayın Müsteşarımız herhâlde bunu dikkate alırlar. Yazın öğretmenevlerinin, sahillerdeki, sayfiye yerlerdeki öğretmenevlerinin öğretmenler tarafından öncelikle mutlaka kullanıma açılması gerekiyor. O öğretmenevlerini ne yazık ki, başkaları kullanıyor, başkaları öncelik kazanıyor. Buna lütfen dikkat edilsin ve bunları yaz tatilinde öğretmenler kullansın.



Çok teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)



BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koçal.



Sayın milletvekilleri, tümü üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.



Sayın Ağyüz�



Sayın Tuncel�



SEHABAT TUNCEL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.



Tabii, biz burada eğitim ve güvenlik personelinin alınmasını tartışırken doğal olarak, o alanda yaşanan sorunları da tartışmak durumundayız. Bu iki alanda önemli bir konu, toplumsal cinsiyet eğitimi ve insan hak ve özgürlükleri eğitiminin mutlaka olması gerekiyor çünkü bu alanda çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Özellikle eğitim alanında son dönemlerde YİBO'larda yaşanan olay bunun çok ciddi bir göstergesi. Siirt'te yaşanan olayın arkasından Manisa, ardından Van-Erciş, son olarak da Dersim'de Pertek ilçesinde benzer bir durum yaşandı. Bu konuda Sayın Bakan bilgi verebilir mi? Bunların soruşturması ne aşamada? Özellikle Siirt'te bir emniyet müdürünün "Eylem yapacağına fuhuş yapsınlar." şeklindeki�



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Sayın Tuncel, süreniz doldu, onun için kesildi ama Sayın Bakan sözlerinizi not aldı.



Sayın Özdemir�



HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.



Sayın Bakanıma soruyorum: Polis memurlarına rütbe verilmesi, yeni alınacak polislerin yaşlarının otuza çıkarılması, yeni 20 bin polis memurunun teşkilata alınması çok iyi gelişmelerdir. Ancak polisin en büyük sorunları özlük haklarının ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, insanca yaşayabileceği emekli maaşı, kendisine, eş ve çocuklarına fazla zaman ayırması, stres ve başkalarından gelebilecek haksızlığa uğrama korkusundan kurtulmasıdır. Bunları da giderebilecek yasal düzenlemeler yaptırmayı düşünüyor musunuz?



Teşekkür ediyorum.



BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.



Sayın Sipahi�



KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.



Sayın Bakan, çok küçük yerleşim birimleri çeşitli amaçlarla ilçe yapıldı ancak bu ilçelerin durumları nedeniyle bazı ilçelerimize polis teşkilatımızı kuramadık. Şu anda bu sayı nedir? Birinci sorum bu.



İkinci sorum: Askerlik yapmayan polisimiz hâlâ var mıdır yok mudur? Çünkü, askerlik yapmayan polislerimizin, özellikle terörle mücadelenin yoğun olduğu alanlarda gerçekten problem teşkil ettiklerini, öncelikle emniyet müdürü ve amirlerimize birtakım sorunlar çıkardıklarını bizzat yaşamış birisiyim. Yani, bizim komando olarak yetiştirdiğimiz, her türlü fiziki yeterliliğe, atış yeterliliğine sahip çocuklarımız işsiz kalırken, askerlik yapmayan kişilerin, başta terörle mücadele olmak üzere, polis olması konusuna hâlâ ben akıl erdiremem. Bunların sayısı kaçtır?



Üçüncüsü: Bu Büyükşehir Belediyesi Kanunu'ndan sonra, bu 50 kilometrelik malum sınır olayı polis ve jandarma teşkilatının yetkilerini birbirine karmakarışık etti. Sayın AKP sözcüsü yanlış bilgi verdi -bildiğim kadarıyla- ülkenin yüzde 92'si hâlâ jandarma sorumluluk alanı. Bu konuda, örneğin metropol ilçelerde polis, kalan ilçelerde jandarma gibi daha basit bir teşkilatlanmaya, iş birliğine gidilebilir mi?



Teşekkür ediyorum.



BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sipahi.



Sayın Asil�

45

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.



Polis memurunun maaşının 1.900 lira olduğunu ifade ettiniz. Mesai kavramı olmadan çalışan memurlarımıza ne yapsak azdır. Bir de asayişte görev alan özel güvenlik elemanlarımız var. Bunların da çoğu lise, meslek yüksekokulu ve üniversite mezunu ancak bu özel güvenlik görevlileri 600-700 lira arasında çalıştırılıyor. Bu şartlarda özel güvenlik teşkilatından beklenen verimi almak mümkün değildir. Resmî güvenlik güçlerine verilen maaş esas alınarak sağlıklı bir tavan ücret tespit edilmelidir. Bu konuda düşünceniz nedir? Bir çalışmanız var mıdır?



Bir de Sayın Bakan, sizin konuşmanızın sonuna doğru Eskişehir'den bir mesaj geldi; mesaj aynen şöyle: "Eskişehir'de polis araçlarının büyük bölümü hayırseverler tarafından yenilendi. Çoğu ilde de bu tür araç yardımlarının olduğunu biliyorum. Sayın Bakan 'Araçlar pırıl pırıl yenilendi.' derken hayırseverlere bir teşekkür edemez miydi? İletirseniz sevinirim. Selam ve saygılarımı sunuyorum." demiş. Zatıalilerinize iletiyorum efendim.



Teşekkür ederim.



BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Asil.



Sayın Yaman�



M. NURİ YAMAN (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.



Sayın Bakanım, Terörle Mücadele Kanunu mağduru çocukların bu mağduriyetinin giderilmesiyle ilgili yasal düzenlemenin Meclise sunulduğunu basın yazıyor, siz de bunu büyük bir başarı olarak gösteriyorsunuz. Sormak istiyorum: 2911 sayılı Yasa'nın 34'üncü maddesindeki şu düzenlemesi olduğu sürece bu mağduriyet acaba giderilecek mi? Madde aynen şöyle "27 nci maddedeki yasağa aykırı hareket edenler toplantı veya yürüyüş vuku bulmamış veya vuku bulmuş olup da ilk emir ve ihtar üzerine dağıtılmış ise, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan dört yıla, toplantı ve yürüyüş zorla dağıtılmış ise üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." diyor. Siz, bu konuda bu çocukların mağduriyetinin bu yasal düzenleme olduğu sürece giderilebileceğine inanıyor musunuz? Bu konuda herhangi bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?



Teşekkür ediyorum.



BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.



Sayın Bulut�



AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) - Sayın Bakanım, polis teşkilatımız büyük fedakârlıklarla görevini yürütmektedirler. O bakımdan, teşekkür ediyoruz.



Polisler, fazla mesai yapmaktan dolayı zaman içerisinde psikolojik birtakım problemlerle karşılaşıyorlar. Bütün meslekler için böyle ama emniyet teşkilatı için bu daha önem arz ediyor. Belirli periyotlarla sağlık kontrollerinden bu şekilde geçirilerek ve dinlenme, ailelerine zaman ayırma konusunda, polisin sevk ve idaresinde, görevlendirilmesinde daha dikkatli ve özenli olunabilir mi?



Ayrıca, demin sizlere sordum, bir memur, bir polis memuru birinci dereceden maaş alıyor, birinci dereceye düşüyor, daha sonra emekli olurken üçüncü dereceden emeklilik hakkını elde ediyor, bu da polis camiasında sıkıntılara yol açıyor. Sayın Müsteşarımızın verdiği bilgi dolayısıyla böyle bir çalışma varmış.



Teşekkür ediyorum.



BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.



Sayın Öztürk�



ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın Bakan, daha önce ben size sözlü olarak bildirmiştim, Silifke'de polis açığı var idi. Bu polis açığının kapatılmasıyla ilgili herhangi bir çalışma yapıldı mı? Şu ana kadar olmadığını duydum ben. Bu konuda, bu polis ihtiyacını giderecek misiniz?



Teşekkür ediyorum.



BAŞKAN - Teşekkür ederim.



Sayın Bakanım, buyurun efendim.



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimize teşekkür ederim soruları için. Kısa kısa bilgi sunayım.



İlk soru, tabii, insan hak ve özgürlükleriyle ilgili eğitim konusu. Başta da ifade ettiğim gibi, burada tabii vakit kısa olduğu için ben çok açıklayamadım. Değerli milletvekillerimiz, inanın polis eğitimini baştan sona gözden geçiriyoruz, hem polis hem jandarma, aslında ikisi birlikte ama bugünkü polisle ilgili olduğu için onu söylüyorum. Yani özellikle insan haklarıyla ilgili, hukukla ilgili eğitimi epeyce ağırlıklı hâle getirdik. Bu sadece örgün eğitim değil hizmet içi eğitimde de�Mesela poliste yüzde 50'si yaklaşık her yıl hizmet içi eğitimden geçiyor. Bunun iki amacı oluyor: Bir, yeni teknolojinin eğitimi bir de gelişen insan haklarıyla anlayışıyla ilgili, hassasiyetleriyle, hukukuyla ilgili, uluslararası gelişmelerle ilgili eğitim oluyor. Yani bu, tamamen değerli milletvekilimizin şeyine katılıyorum.



Buradaki soru -şimdi Millî Eğitim Bakanlığımız da not verdi- yani YİBO'larla ilgili soruşturmaların bir kısmı bitmiş, bir kısmı devam ediyor. Bunlarda ceza verilenler de var ama şu anda bütün tabloyu burada şey yapamıyoruz, bir kısmı da devam ediyor çünkü.



Bu polis memurlarının -tabii, Değerli Valimiz meslekten gelme, onun sorusu- insanca yaşayacağı hayat, bütün çabamız bu yani siz de�Hep konuşuyoruz, ortak kaygılar bunlar. Yani onların rahat şartlarda

46

çalışması için inanın çok çaba sarf ediyoruz. Mesela, şu polislerimizin illerinde veya bir başka ile gittiğinde, işte Ankara'ya, İstanbul'a geldiğinde rahat kalacağı, kendi bütçesine uygun polisevleri falan. İstanbul'da yeni çok güzel bir yer açtık. Gitmediyseniz tavsiye ederim. O Baltalimanı'ndaki yeri yeniletiyoruz. Özellikle sağlık sebebiyle falan büyük şehirlere gidenler çok düşük ücretlerle�Yani bu şeyleri giderek artırıyoruz. İnşallah imkânlar oldukça onlar daha rahat mesleklerini icra edecekler.



Bir de şunu söyleyeyim: Ben burada 20 bin dedim ama aslında şu anda kadro tahsisi 30 bin. 20 bini bizim normal atama için, 10 bin de bu baş polis ve kıdemli baş polis için. Yani bugünkü teklifle aslında 30 bin kadro tahsis edilecek. Onu da düzeltmiş olayım.



Tabii, değerli milletvekilimizin sorduğu polis, jandarma görev alanıyla ilgili soru: Bu vesileyle o kuralı da tekrar izninizle açıklamış olayım.



Değerli milletvekilleri, kanunlarda, hem polisin kuruluş kanununda hem jandarmanın aslında çok net şekilde belirliyor. Jandarma ve polisin görev alanı belediye sınırlarıyla ölçülüyor, il ve ilçe belediye sınırıdır, beldeler değil. İl ve ilçe belediye sınırının içi polisin görev alanıdır. Biz diyoruz ki şehirlerde görev yapar polis, jandarma ise bunların dışı, köy ve beldeler, yani kırsal kesim. Hâlen yaklaşık nüfusumuzun 55 milyonunun yaşadığı yerde -ki şehir nüfusu bizde artı- polis görev yapar ama coğrafya olarak bakarsak hâlen ülkemizin yüzde 90'ının daha üzerinde, 92 falan, jandarma görev yapar. Doğrusu bu konuda bazen tartışmalar falan da oluyordu, ben bunların hepsini gidermek için bir yönetmelik değişikliği yaptım. Belki dikkat çekmiştir. Yani yaklaşık bir yıl oldu. Bunu ben valilere bıraktım. Yani zaten kanun belirliyor görev alanını ama çok ihtiyaç varsa, jandarma alanı olduğu hâlde polisin görev yapmasına veya polis alanı olduğu hâlde jandarmanın görev yapmasına ihtiyaç varsa da güvenlikçi arkadaşlarla, ilin işte emniyet müdürüyle, il jandarma komutanıyla bir araya gelsinler, onlar belirlesinler istişare içinde diye. Yani bunu yerelden ta Bakanlığa getiren mekanizmayı kaldırmış olduk yönetmelikle. Valilerimiz şu anda yürütüyorlar, çok büyük bir şey de yok gördüğüm kadarıyla, yani bize yansıyan o manada bir rahatsızlık da doğrusu.



Bir de -belki sorunun içinde o var- şu anda ilçe olup da jandarma bölgesi olan yer yok. Yani ilçelerimizin tamamı polis teşkilatına kavuştu, hepsinde polis teşkilatımız, ilçe emniyet müdürlüğü veya amirliği vardır, onu da ifade etmiş olayım.



Tabii, değerli milletvekilimizin sorduğu özel güvenlik, şu anda, inanın, sorunlu bir alan, yani üzerinde çok çalışılması gereken bir alan. Yani şu anda alt komisyonda da çalışılıyor. Bu, bakın, nasıl sorunlu bir alan? Tabii, bizim hükûmetlerimiz döneminde bu alanda teşvik edici düzenlemeler var ama şu anda bunların gerek kursu gerek eğimi gerek özlük haklarıyla ilgili sorunları var.



Bir de, tabii, bu kurslara gidip özel güvenlikçi sertifikası alan sayı çok yüksek ama bunların istihdam edilme oranı çok düşük. Yani şu anda 50 bin-60 bin civarında özel güvenlik görevi yapan var özel firmalarda ama 300 binin üzerinde sertifikayı almış olan var.



Biz, doğrusu, burayı bir daire hâline getirdik, şube müdürlüğüydü Emniyet Genel Müdürlüğünde ve ben, baştan sona mevzuatını falan da yenileyin dedim; çalışılıyor, yani diğer kurumlarla görüş alınarak falan. Önemli bir alandır.



Hayırseverlere çok teşekkür ediyorum. Yani tabii, hem eğitimde hem polisimizin rahat çalışması için katkı veren, araç hibesinde bulunan, başta o Eskişehir'den telefon eden hayırseverimiz olmak üzere -kendisine buradan selamlar, sevgiler ama- bu konuda desteği olan herkese ben de huzurlarınızda teşekkürlerimi ve minnetlerimi ifade ediyorum.



Terörle mücadeleyle ilgili teklif, bildiğiniz gibi, bugün grubumuz tarafından Meclise sunuldu. Burada üzerinde çok durduğumuz, çocukların yargılanması. Terörle Mücadele Kanunu ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda değişiklik öngören bir tekliftir. Çocukların ağır cezada değil, terör suçlarına bakan mahkemelerde değil, çocuk mahkemelerinde yargılanması ve buna benzer düzenlemeler getiriyor. Zaten bu daha önce tartışıldı, kamuoyunun gündemine de geldi. İnşallah -yüce Meclisimizin takdiridir ama- bizim planımız, Hükûmetimizin kararlılığı o konuda, bunu Meclis tatile girmeden çıkarabilirsek memnun olacağız. Bu çerçevede üzerinde herhâlde komisyonumuz çalışıyor.



M NURİ YAMAN (Muş) - 2911 sayılı Kanun'un 34'üncü maddesini değiştirecek misiniz?



İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara)- O şekilde, bir de, tabii, polislerin psikolojik sorunlarıyla ilgili�Bir de bizim çok kafa yorduğumuz, çalışan polislerin bu psikolojik sorunlarıdır. Bazen basına da yansır. Tabii, bunalım içinde olanlar olur, hatta intihar olayları bile olur ve biz onları da çok araştırıyoruz. Yani, bu tür olaylarda aile kökenlerine inerek, aile huzurlarını, aile içi durumlarına da bakarak, meslekteki çalışma ortamına bakarak�Onu çok önemli görüyoruz. Burada da gündeme getirildiği için ben çok teşekkür ediyorum.



Sayın Öztürk'ün Silifke'de polis açığı�Şu günler, biliyorsunuz haziran ayı bizim polis tayin aylarıdır ama haziran ve temmuzda yeni mezunlar da vereceğiz, 10 bin kadar mezun vereceğiz; POMEM'lerden yaklaşık 5 bin, 6 bin de meslek yüksekokullarımızdan, bunları dağıtırken özellikle Silifke gibi polis açığı olan yerleri başta gözeteceğiz.



Hepinize çok teşekkür ediyorum bu vesileyle, hem sorularınız için hem desteğiniz için sağ olun diyorum. Saygıyla selamlıyorum. Sağ olun efendim.



BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.



Görüşmeler tamamlanmıştır.

47

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler�Kabul etmeyenler�Kabul edilmiştir.



Sayın milletvekilleri, şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.



Birinci bölüm 1 ila 10'uncu maddeleri kapsamaktadır.



Birinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter.



Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)



FATMA NUR SERTER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 508 sıra sayılı kanun teklifiyle ilgili olarak grubum adına söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.



Bu teklif bugün kamuoyunda gerçekten çok büyük bir heyecan yarattı çünkü uzunca bir süredir özellikle öğretmenlerin kadro sorunlarıyla Meclisimizin hemen her siyasi partisi zannediyorum çok yakından ilgilenmek durumunda kalmıştı. Dolayısıyla ben, 70 bin yeni öğretmen kadrosu ihdasının ve bu 70 bin kadronun 25 bininin de atamalarının 2010 yılında yapılacak olmasının Türkiye için ve öğretmenlerimiz için hayırlı olmasını diliyorum ve bunu olumlu bir adım olarak değerlendiriyorum. Ancak, tabii, beklenti çok büyük, beklenti, bu 70 bin kadro adını duyan öğretmenler açısından, 70 bin yeni öğretmenin kapıda atanmayı bekleyen 327 bin öğretmen içinden 70 bini için bir umut olarak algılandı. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu 70 bin kadrodan sadece 25 bini bu yıl kullanılacak ve 2010 yılında 40 bin öğretmen kadrolu olarak atanacak.



Şimdi, değerli milletvekilleri, bu 40 bin rakamı, belki AKP'nin 2007, 2008 ve 2009'da yaptığı kadro atamaları dikkate alındığında gerçekten önemli ve yüksek bir rakam, ancak, tabii, hafızalarda bu rakamın üstünde atamaların olduğu yıllar da canlanıyor. Örneğin, 2002'de 42 bin öğretmenin kadroya atanmış olduğunu bu dönemde hatırlatmanın yararlı olacağı inancını taşıyorum.



Şimdi, beklentinin bir başka boyutu var, o da şu: Zannediliyor ki bizim öğretmen açığımızın -ki öğretmen açığımızın Millî Eğitim Bakanlığının kendi verileriyle 133.317 olduğunu biliyoruz- bu yeni kadroların ihdasıyla neredeyse yarıya yakın bir kısmı kapatılacak. Oysa böyle olmadığını da görüyoruz. Çünkü bu yeni 40 bin kadronun çok büyük bir kısmı sözleşmeli öğretmenlerin bu kadrolara atanmasıyla zaten doldurulmuş olacak ve kapıda bekleyen 327 bin diploma almış öğretmen adayı içinde ne yazık ki ancak çok küçük bir kısmı bu yeni kadrolardan yararlanma olanağı bulacak.



Hepimiz çok iyi biliyoruz, kadro vermek kolay bir iş değil. Gerçekten bütçenin zorlanması gerekiyor. Ama bütün bunlara bahane üretirken insan ister istemez, burada daha önce AKP adına konuşan Sayın Millî Eğitim Komisyonu Başkanının da hatırlattığı gibi, bizler de tabii o cumhuriyetin ilk yıllarını hatırlamadan edemiyoruz. Savaştan yeni çıkmış, yoksulluk ve yokluk içindeki bir ülkede başlatılan eğitim seferberleriyle, çok değil bir yıl içinde ilköğretimde 1.100 ilköğretim okulunun yapıldığı ve bir yıl içinde, o yokluk içinde, o kaynak yetersizliği içinde 3.600 ilkokul öğretmeninin yetiştirildiği o cumhuriyetin eğitim seferberliğini hatırlamadan da edemiyoruz.



Önemli olan kararlılıktır. Eğitimin önemini, öğretmenin önemini ve önceliğini samimiyetle kabul ediyorsak, elimizdeki kaynak ne kadar kıt olursa olsun, bu ülkenin gelecek nesillerini yetiştirecek ve aydınlık kuşaklar yetiştirecek öğretmen kadrolarına hiç kuşkusuz kaynak aktarımında öncelik tanımak zorundayız.



21'inci yüzyılda dünyada öğrencilerin on beş-yirmi kişilik sınıflarda eğitim gördüğü, çok ileri koşullarda eğitim gördüğü gelişmiş ülkeleri tabii ki içimiz sızlayarak izliyoruz. Belki bunlara hemen ulaşmamız mümkün değil ama 21'inci yüzyılda hâlâ 350 bin öğrencimizin birleştirilmiş sınıflarda eğitim görmesi de kabul edilebilir bir gerçek değildir. Şimdi buna verilecek cevapları çok iyi biliyorum. "Efendim, öğrenci sayısı az da onun için birleştirilmiş sınıflarda eğitim veriliyor." "Efendim, köyler dağınık, küçük dağ köylerinde eğitim hizmeti verilemiyor."



Değerli milletvekilleri, bütün bunları biliyoruz, ama bütün bunların içinde öğretmen yetersizliğinin de önemli bir neden olduğunu biliyoruz. Keşke birleştirilmiş sınıfları, keşke beş sınıfın bir arada okuduğu okulların sadece köylerde olduğu, sadece dağınık yerleşim birimlerinde olduğu bir ülkede yaşıyor olsaydık. Oysa Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de bile birleştirilmiş sınıflarda okuyan, hatta beş sınıf bir arada eğitim gören öğrenciler olduğu acı bir gerçek olarak, bir şamar gibi ne yazık ki yüzümüze çarpıyor. Ankara'da 1.680 öğrenci, İstanbul'da bine yakın öğrenci, İzmir'de 4.634 öğrenci hâlâ birleştirilmiş sınıflarda eğitim görüyor 21'inci yüzyılın Türkiye'sinde. 2009 yılı Millî Eğitim Bakanlığı faaliyet raporu bölgeler ve okullar arasında öğretmenlerin dağılımının istendiği biçimde yapılamadığını zaten kendi içinde açıklamış. Bu, âdeta bir özeleştiri.



Değerli milletvekilleri, ne yazık ki AKP öğretmen sorununu çözememiştir. Bugün 2010 yılında 40 bin yeni öğretmen kadrosu verilse bile çözememiştir, çünkü planlayamamıştır. Büyük bir karmaşa yaratılmıştır. Öğretmenler kendi içinde kadrolu, sözleşmeli, ders saat ücretli, vekâlet eden, usta öğretici gibi kademelere ayrılmıştır. 21'inci yüzyılın Türkiye'sinde hâlâ istihdam güvencesinden yoksun, sağlık güvencesinden yoksun öğretmenler okullarımızda çocuklarımızı eğitmek durumunda bırakılmıştır. Bırakın bunu bir kenara "usta öğretici" diye meslek lisesi mezunlarına öğretmenlik yaptırılmış, daha sonra bu karar Danıştay tarafından durdurulmuştur.



Kısacası, bir tarafta kapının önünde bekleyen 327 bin öğretmen varken öte yandan 133 bin öğretmen açığının aynı anda devam ediyor olması, gerçek anlamda bir planlamanın yapılamadığının da

48

göstergesidir. Eğitim fakültelerimizden her yıl 50 bin öğretmen mezun olmaktadır. Eğer 327 bin öğretmene kadro veremiyorsanız, her yıl 50 bin öğretmeni işsiz olmak için yetiştiren bir ülke, tam kılavuzunu kaybetmiş bir gemi gibi hangi yöne gittiği belli olmayan, planlama anlayışından yoksun bir biçimde eğitim sistemini yönetemeyen bir ülkedir ve ne yazık ki bunun ceremesini öğretmenlerimiz "sözleşmeli", "ders saat ücretli", "vekâlet eden" ya da "usta öğretici" gibi sıfatlarla adlandırılarak çekmek durumunda bırakılmıştır.



Adalet ve Kalkınma Partisinin öğretmenlerle ilgili gerçekleştiremediklerinin başında öğretmenlerin özlük hakları ve öğretmen maaşlarıyla ilgili düzenlemelerin yetersizliğinin de altının özenle çizilmesi gerekir. Bakın, Avrupa Birliğine adayız diyoruz. Biz bugün OECD ülkeleri içinde öğretmenlere verdiğimiz maaşlar itibarıyla OECD ülke ortalamasının yarısının altında öğretmenlerimize maaşlar verebilen bir ülke konumundayız.



Değerli milletvekilleri, bunun hiç önemi yok mu? Özür diliyorum, kimse kafasının konforunu bozmak istemeyebilir ama kafalarınızın konforunu ister ister bozmayın, bu, Türkiye'de eğitimin ve öğretmenin acı gerçeğidir ve bu acı gerçeği öğretmen her gün nefes nefese yaşamaktadır.



Öğretmenlerimiz OECD ülkelerindeki öğretmenlerin yıllık çalışma saatleri kıyaslandığında onlardan ortalama iki-üç saat daha fazla çalışıp onların yarısından daha az ücret almakta, istihdam güvencesinden de kimi kategorilerde sağlık güvencesinden de yoksun olarak çocuklarımızı fedakârca eğitmeye soyunmuş bulunmaktadır.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Sayın Serter, buyurun efendim.



FATMA NUR SERTER (Devamla) - Beş dakika şahsım adına söz hakkım vardı, onu birleştirebilir misiniz?



BAŞKAN - Sayın Serter, ben onu sonradan gördüm. Evet, siz konuşmanıza devam edin, sonradan konuşmayacaksanız telafi edebiliriz.



Buyurun efendim.



FATMA NUR SERTER (Devamla) - Teşekkür ediyorum.



Şimdi sözleşmeli öğretmenlerle ilgili uygulamanın giderek yaygınlaşması, âdeta bu taşeronlaştırma anlayışının eğitime de taşındığının işaretlerini Türkiye'de vermektedir. Okul öncesi eğitimde çalışan öğretmenlerin yüzde 38'i sözleşmeli öğretmendir. Rakamların giderek büyümesinin önünün alınmaya çalışılmasını bu kadro atamaları bakımından değerlendirdiğimde, umuyorum ve diliyorum ki, sözleşmeli öğretmenlerin oranları, toplam öğretmenler içinde kadro ihdası yoluyla giderek düşürülebilir ve öğretmenlerimiz arasında böylesine farklı kategorilerin oluşmasının önü kesilebilir.



(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)



BAŞKAN - Buyurun efendim.



FATMA NUR SERTER (Devamla) - Sözleşmeli öğretmenlerin çok ciddi bir sorunu Millî Eğitim Bakanlığının kapısı önünde yapılan basın duyurularıyla, Sayın Bakanla defalarca yapılan görüşmelerle geçtiğimiz yıl içerisinde tekrar tekrar dile getirildi. Sözleşmeli öğretmenlerimiz kadroya atanmamanın yanı sıra bir de eşleriyle aynı ilde yaşayabilmenin mücadelesini vermek durumunda bırakıldılar. Bu nedenle de Sayın Bakandan ve Bakanlıktan, bütün öğretmen sendikaları aracılığıyla, eş durumu nedeniyle il emrine tayin hakkının kendilerine de tanınmasını istediler çünkü bu hak kadrolu öğretmenlere verilmişti. Ne yazık ki defalarca gittiler geldiler, sürekli oyalandılar, bekletildiler. Bu arada evlendiği hâlde eşiyle aynı çatı altında yaşayamayan, çocuğunu babasından uzakta dünyaya getirmeye mecbur bırakılan, çeyiz sandığını açamayan pek çok öğretmenle ben yüz yüze konuşup onların dertlerini dinlemek durumunda kaldım. Hatta öyle ki bu öğretmenlerin bir kısmı kendi haklarını ararken neredeyse doğumlarını sokakta yapacaktı. Şimdi, duyuyoruz ki bu konuda bir ilk adım atılmıştır. İl emrine tayin hakkı bu öğretmenlere yeni yeni tanınmaya başlamıştır ancak süreç çok yavaş işletilmektedir.



Tabii o zaman sormak gerekiyor, madem böyle bir hak tanınacaktı, bu insanlar bir yılı aşkın bir süredir bu hakkın peşinde neden koşturuldu, neden bu hak daha önce tanınmadı, bu acılar öğretmenlerimize neden çektirildi, kısıtlı maaşlarıyla neden iki ev birden açarak yaşamlarını idame etmeleri için böyle bir zorlamayla bu arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz karşı karşıya bırakıldı?



Biliyorum ki biz, her 24 Kasımda öğretmenlere olan vefa borcumuzu, onların varlığından nasıl onur duyduğumuzu en süslü cümlelerle dile getiririz ve nutuklar atarız ama 25 Kasım geldiğinde öğretmenleri sorunlarıyla baş başa bırakır ve unuturuz.
İşte sözünü ettiğimiz bu sorunlar, elinde öğretmen diploması olduğu hâlde işportacılık yapan, tezgâhtarlık yapan, inşaat işçisi olarak çalışan, ailesinden harçlık almak durumunda kalan, başı eğik gezmek durumunda bırakılan, hatta bu onursuz yaşamı hazmedemeyip intihar eden öğretmenlerin anılarıyla dolu bir geçmiştir. Bu geçmişi arkamızda bırakmış olmamızı diliyorum ama 327 bin öğretmenin, bu kadrolarla da ne yazık ki sorunların çözülmeyeceğini, çözülemeyeceğinin çok iyi farkındayız.

Değerli milletvekilleri, bu kadroların kaç tanesi sözleşmeli öğretmenlere ayrılacaktır, kaç tanesiyle yeni atama yapılacaktır? Bunu bilmek, bu konudaki Hükûmetin kararını öğrenmenin son derece önemli olduğunu düşünüyorum

Memuruz.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EĞİTİM İŞ İLANLARI

Sayfayı Paylaş