Burada herkesçe malum olan, “eğitim sistemimizin şu kadar öğretmene
ihtiyacı var, atama bekleyen şu kadar öğretmen var” teranelerine
girmeyeceğim. Çok az, idealist bir kısmı “kellesi yarım kesilmiş tavuk gibi”
ortalıkta eylem etkinlik derdinde olup çırpınan ve çok büyük bir kısmı
da aynı dertten mustarip olduğu halde, iktidarın vicdana geleceğini
umarak hımbıllıktan taviz vermeden bekleyen, ataması yapılmayan
öğretmenlerin eylem ve etkinlik metotlarını analiz etmeye çalışacağım.
Öncelikle ataması yapılmayan öğretmenlerin davalarında sonuna kadar
haklı olduğunun altını çizmek gerekir. Ataması yapılmayan öğretmenlere “başka iş yapsınlar” derken hangi işi yapabileceklerini söyleyemeyenlerin ”halt”
ettiklerini, meydanlarda atanamayan öğretmenlere verdikleri popülist
sözleri hatırlayınca, söz verdiği halde sorunu çözmek yerine
büyütenlerin şimdi kıvırtma durumunun ancak “bıyıklı dansözlük”le tanımlanabileceğini ifade etmek isterim.
Kitlesel örgütlenmeye yıllarını vermiş, yüzlerce eylem ve etkinlik
organize etmiş, yönetmiş bir eğitimci olarak, aşağıda yazacaklarımdan
alınan olursa şayet, beğenilmeyen söz benimdir, peşinen geri alıp kabul
ediyorum. Niyetim kimseyi kırmak, incitmek değil, ufuk açmaktır.
Sevgili ataması yapılmayan öğretmen arkadaşlar; önce yanlış ve eksiklerinizi sıralayalım…
1-Empati yapamıyorsunuz.
Eylemleri düzenlerken kime, nereye karşı eylem yapıyorsanız kendinizi onun yerine koyup “beni nasıl eylemler rahatsız eder, üzerimde baskı oluşturur”
diye düşünemiyorsunuz. Eylem deyince aklınıza sadece toplanıp, pankart
açıp, yürüyüş yapmak geliyor. Bu tür eylem denemelerinin başarısız
olduğunu ve çözüm talep ettiğiniz siyasi erkin elini rahatlattığını
göremiyorsunuz.
Miting ve yürüyüş etkili bir eylem türüdür fakat şimdiye kadar
yaptığınız eylemlerde en fazla 2-3 bin kişi bir araya gelebildiniz. Oysa
miting eylemleri “iki taraflı bıçak” gibidir. Alanda
karşı tarafı caydırıcı, baskı oluşturucu bir kalabalık toplayamadığınız
her eylem aleyhinize döner, sizi yaralar ve zaten öyle oluyor. Bunun
farkına varabilseniz, siyasi erk tarafından “300.000 Ataması
yapılmayan öğretmen varken, topu topu 3.000 kişi eylem yapıyor. Demek ki
297.000 kişide sorun yok, bu iş toplumsal bir talep değilmiş, bu mesele
üzerinde kafa yormaya gerek yokmuş” şeklinde düşünüldüğünü de kavrarsınız.
2- Eylemlerinizin nerdeyse hepsi “Ricacı Eylem”.
Eylemleriniz, çözüm beklediğiniz makama yalvarıcı, yakarıcı eylem
tarzında. Birkaç gazetede haber olmak, TV kanallarına 10 saniyelik
görüntü olmak, sizi bir süre tatmin ediyor ve sorunu çözer sanıyorsunuz.
Oysa rica yerine protest yaklaşımlarla eylem yaparak kendi sorununuzun,
yönetim erkinin de sorunu olmasını sağlamak zorundasınız. Birine sorun
yaratamadığınız sürece, olmayan sorunu çözmesini beklemek kadar saçma
bir şey olabilir mi? O sorun sadece sizin kafanızda, sanal âleminizde
var olmaya devam eder ve orada kalır.
Burada vurdulu-kırdılı anarşist eylemlerden söz etmiyorum. Çözüm
beklediğiniz mercileri çözüme zorlayan demokratik eylemlerden söz
ediyorum. Bunun için de yaratıcı zekâları kullanmanız gerekir ki
üniversite bitirmiş bu kadar insan içinde o zekâlar vardır.
Hemen “oradan söylemesi kolay” demeyin, birkaç eylem ve etkinlik önerim de olacak size… :)
3- Siyasetten uzak duruyorsunuz.
Henüz devlet memuru olmadığınız ve atanmış öğretmenler gibi siyaset
yasağınız olmadığı halde siyasetten uzak durmaya çalışmanız, ülkenin
aydın insanları olarak siyasete ve dolayısıyla yönetime müdahillik
isteğinizin, gayretinizin olmaması anlaşılır gibi bir şey değildir. Oysa
çözüm talep ettiğiniz makam siyaset makamıdır. Siyasete dokunmadan,
siyasete, siyasetçiye sesini yükseltmeden nasıl çözüme zorlayacağınızı
anlatabilecek olan varsa beri gelsin.
Farklı siyasal görüşlerde olmanız doğaldır. Fakat ortak amaçlar için
siyasi erke karşı birleşip siyasete ses yükseltmek, yanlışını haykırmak
da bir siyasettir. Siz ise “aman siyaset yapmayalım”
diye renksiz, şekilsiz, tarafı belli olamayan bir güruh haline gelmeyi
iyi bir şey sanıyorsunuz ve çözüme zorlamaya çalıştığınız siyaset
makamının elini bir kez daha rahatlatıyorsunuz. Unutmayın ki “Siyasete ilgisiz kalan doğru insanları bekleyen kaçınılmaz sonuç, yanlış insanlar tarafından yönetilmektir”.
4-Aranızdaki “safraları” atamıyorsunuz.
Daha önce sırf üzerinizdeki ölü toprağını silkelemek, sizleri tahrik edip eylemlerinize katılımı biraz artırmak maksadıyla, “Atanamayan Öğretmenlerden Cacık Bile Olmaz*” başlıklı bir yazı yazan Sayın Murathan Korkut’un yazısını, alınmadan, ön yargılı olmadan her birinizin okuyup üzerinde kafa yormanız gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal paylaşım sitelerinde ve bazı toplantılarınızda “aman siyaset yapmayalım” diyen ya da kibarlıktan, nezaketten dem vurup, çaktırmadan direncinizi kıran, birlik olmanızı engelleyen “özel görevli”
iktidar yandaşı kişilerin motivasyonunuzu bozmalarına, kafanızı
karıştırmalarına, eylem kırıcılığı yapmalarına izin veriyor, bu “safraları”
aranızdan dışlayamıyorsunuz. Bunlar, çeşitli kisveler altında size
çizdikleri sınırlarla, sizin rahatça konuşmanızı, tepki göstermenizi,
kamuoyu oluşturmanızı engelliyorlar ve zaten görevleri de budur.
Korkmayın, bunlar tuzu kuru bir avuç hergeledir. Aranızdan attığınızda,
dışladığınızda güç kaybetmez bilakis güç kazanırsınız.
5- Kamuoyu oluşturmaya yönelik mesajları doğru veremiyorsunuz.
Sizlerin durumunda, ortada dillendirmeniz gereken iki sorun görünmektedir.
a) Öğretmen açığı olmasına rağmen, eğitim fakültesini bitirmiş ve atanmayan, iş bulamayan, mağdur olan bir kitle vardır.
b) Öğretmen açığını kapatmak yerine ücretli öğretmenlik
sistemiyle, yok pahasına öğretmen çalıştırılmakta, eğitim sistemi
mahvedilmekte, bunun olumsuzluğu da öğrencilere yani halkın çocuklarına
direkt yansımaktadır.
Bu iki sorun da gerçektir, önemlidir ve sizler bunu değişik
platformlarda gündeme getirmektesiniz. Fakat sizler, içinde bulunduğunuz
durumun refleksiyle ön plana sürekli birinci sorunu, yani atanmadığınız
için mağdur olduğunuz sorununu çıkarmaktasınız ve bunun önemi üzerinde
durup “mağdur edebiyatı” yapmaktasınız. Mağdur
olduğunuz doğru ama bu, işinize yarayacak bir söylem değildir. Bu
şekilde bir söylemden dolayı insanlar sizler için “vah vah”
derler belki ama bu, işinizi kolaylaştırmaya, sizin lehinizde ciddi bir
kamuoyu oluşturmaya yetmez ve etkisiz bir durumdur. Kitle içinde birey
davranışları, ortak menfaatler ya da ortak kayıplar yoksa, egoizm
temellidir, kolektif düşünce ya da hareket sağlanamaz. Yani sizin
mağdur olmanız, kamuoyu içindeki diğer bireyleri pek ilgilendirmez,
harekete geçirmez. Çünkü onların bu konuda bir kayıpları, kaygıları ya
da menfaatleri yoktur. Fakat ikinci sorunu, yani öğretmenlerin
kadrolu atanmayıp, ücretli öğretmenlik sitemiyle vatandaşın çocuğunun
eğitimine zarar verildiğini ön plana çıkartıp, bunu etkili şekilde
anlatırsanız durum değişecektir. Bunu her ortamda tekrar tekrar anlatmanız da önemlidir. Çünkü kitle psikolojisi “iddia, tekrar ve etki”
üçlemesiyle yönlendirilebilecek bir olgudur. Bu durumun kendi çocuğunun
aleyhine ve zarar verdiğini anlayan her vatandaş, sesini yükseltmeye,
hoşnutsuzluğunu dillendirmeye başladığında, artık bireysellikten çıkıp
ortak hareket etme, ortak ses yükseltme, kamuoyu oluşturma, taraftar ve
talepçi olma durumuna gelmiş olacaktır. Ancak bu şekilde siyaset makamı
üzerinde, sizin lehinize ciddi bir kamuoyu baskısı oluşturabilirsiniz.
Gücünü ve yetkisini sandıktan alan siyaset kurumu bu baskıya karşı
koymayı, inatlaşmayı göze alamaz. Çünkü kamuoyunun, taleplerine karşılık
bulamadığı siyasi iradeyi götürüp, inat etmeyenleri getirmek gibi bir
yeteneği ve hakkı vardır. Bunu siyasetçiler ve siyaset makamı iyi bilir.
Bu da sizin istediğiniz ve mücadelenize çok ciddi katkı sağlayacak bir
durumdur.
Yukarıda beş madde altında topladığım temel eksikliklerinizi kendi
aranızda tartışmanız yeni fikirleri de ortaya çıkartacaktır diye
düşünüyorum.
Gelelim eylem ve etkinlik önerilerime…
Değerli arkadaşlar; sizler şu an kendi alanınızda bir fakülte bitirmiş, yetişmiş, kısacası kalifiye elamanlar mısınız?
Evet…
Peki, kendi alanınızda istihdam edileceğiniz yerler belli mi?
Evet…
İstihdam edileceğiniz, yani iş bulacağınız yerlerde açık ve ihtiyaç var mı, siz buralarda çalışmak istiyor musunuz?
Evet…
Peki, Türkiye’de resmi ve asli görevi, iş arayanlara iş bulmak olan
ve iş arayanların işsiz olduğunu, statüsünü ve çalışmak istediği iş
alanını beyan ederek resmi olarak başvuracağı yer, kurum neresidir?
Türkiye İş Kurumu…
Ataması yapılmayan öğretmenler olarak, yani işsiz olan birer vatandaş olarak sizler bu kuruma başvurdunuz mu?
Hayır..! (İstisnalar kuralı bozmaz.)
O halde her ilde, İŞKUR önünde kuyruklar oluşturup, işsizliğinizi beyan ederek başvuru yapmanız bir eylem türü olabilir mi?
Evet..! Hem de etkili bir eylem türü olur, üstelik medyanın da ilgisini çeker.
Çünkü sizler şu anda bu ülkede kayıt dışı işsizler durumundasınız. Yani resmi kayıtlarda işsiz olarak geçmiyorsunuz.
Türkiye’deki işsizlik oranları, istatistik verileri zaman zaman basın
yoluyla duyurulur. Bu veriler yurtiçi ve uluslararası kurumlar
tarafından da yakından takip edilir. Hatta Türkiye’nin kredi notu
üzerindeki etkisinden tutun da borsada hisselerin durumuna kadar etkisi
vardır. Ekonomiyi ve siyaseti de derinden etkiler. Kısacası bu orandaki
bir puanlık düşüş ya da yükseliş çok önemlidir.
Türkiye’de şu anda resmi verilere göre işsizlik oranının %9 civarında
ve sadece 2 milyon 500 bin kadar kişinin işsiz olduğu
belirtilmektedir*. Sizlerin 300.000 üzerinde atanmayan öğretmen, yani
üniversite mezunu kayıt dışı işsiz olduğunuz düşünülürse, İŞKUR’da kayıt
altına girmiş işsiz olmakla, %9 olan genel işsizlik oranını bir anda
%10’a, %11 civarında olan diplomalı işsiz oranını ise %18’e
çıkartabilirsiniz. İşte o zaman şu anda sadece sizin sorununuz gibi algılanan sorunun, siyasi iradenin de sorunu olmasını sağlamış olursunuz.
Bağlantılı olarak başka bir eylem türü daha…
İşsizlik sigortasından hak talep etmek de etkili ve ciddi kazanımları olacak bir eylem türü olacaktır.
Bilindiği üzere 4447 Sayılı Kanunu gereğince, İşsizlik Sigortası Fonu
oluşturulmuş ve Mart 2002 tarihinden itibaren işsizlik sigortası ödenek
ve yardımları başlamıştır. Yani Türkiye uluslararası anlaşmalar ve
evrensel uygulamalar gereğince işsiz kalan vatandaşına “işsizlik ödeneği”
vermeyi taahhüt etmiş ve ödemeye başlamıştır. Fakat bu ödeneğin
verilmesinde öyle sınırlamalar getirmiştir ki diğer ülkelerdeki
uygulamalara ve imza konulan uluslararası anlaşmalara da aykırı bir
durum ortaya çıkmıştır. Bu şekilde ödeneğin çerçevesini daraltmaktan ve
bu ödeneğin alınabileceğini vatandaşımızın bilmemesinden dolayı,
İşsizlik Sigortası Fonunda ciddi miktarlar birikmiştir. Bu paralar
gerekli gereksiz yerlere harcanıp eritilmektedir. Mesela, bazı yerlere
kaynak aktarımı ve arpalık olarak kullanılan SODES projelerinin devasa
kaynağı buradan sağlanmaktadır.
Özellikle ücretli öğretmen olarak yok fiyatına çalıştırılıp, işi
bitince de kapının önüne konan arkadaşlar, evrensel hukuk kurallarına ve
uluslararası anlaşmalara (ILO, İnsan Hakları Sözleşmesi vs.) göre bu
ödeneği talep etme hakkına sahiptir.
Anayasamızın 90. Maddesiyle uluslararası anlaşmalara uyma zorunluluğu
iç hukukumuzdan daha öncelikli ve zorunlu hale getirilmiştir. Yani
Türkiye uluslararası bir anlaşmaya imza koymuşsa iç hukuktaki
uygulamaları bu anlaşmaya aykırı olamaz.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesine göre; “devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği”
olan bir mesleği, bu alanda yetkin eğitimcilerin çaresizliğini
suiistimal ederek, sudan ucuz iş gücü olarak, ücretli öğretmen adı
altında yaptırmak, sonra da bu işi yapanı “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” şeklinde “defetmek” ve açlığa mahkûm etmek, “mevsimlik maraba”
muamelesi yapmak hiçbir hukuk kuralına uymadığı gibi, kamu yararına da,
etik kurallara da, uluslararası anlaşmalara da aykırıdır.
Bu sebeple; geçmişte ücretli öğretmenlik yapmış olan, halen yapan,
ataması yapılmayan bütün öğretmenler İşsizlik Ödeneğini İŞKUR’a yazılı
olarak başvurarak talep edebilir. Aslında bu bir eylem olmakla beraber bir hak talebidir. Anayasal olarak dilekçe ve talep hakkınızı kullanmaktır. Size “falanca kanunun, yönetmeliğin, filanca maddeleri gereğince…”
diye olumsuz cevaplar verilecektir ama hiç önemli değildir. Önemli olan
bu talebinizin resmi kayıtlara girmesidir. Yapılacak hukuk
mücadelesiyle ve zaman içinde Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara uyma
zorunluluğu yeni düzenlemeleri getirecek ve eninde sonunda bu hak
alınacaktır. Ama öncelikle resmi olarak başvuru yapılıp hakkın talep edilmesi önemlidir. Çünkü talep edilmeyen hakkın daha sonra alınması genellikle mümkün olmaz.
Evet, biraz uzun oldu ama konu çetrefilli olduğundan kısaltamadım.
Ataması yapılamayan bütün öğretmen arkadaşlara haklı mücadelelerinde azim, başarı ve kolaylıklar dilerim.
Mustafa KIZIKLI
Eğitimci Sendikacı Yazar
Alıntı: Kamugazetesi.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder