Şu Bildiğimiz Aşk
Tarifini yaparken aslında tahrif ettiğimiz... Samimiyet imtihanından hep
kaçırdığımız, tamamen ‘beşeri’ olan duygularımızın sonuna ‘ilahi’
etiketi vurarak meşrulaştırmaya çalıştığımız, bir o kadar da
yıprattığımız ve hala saflığına inandığımız o engin duygu...
Konuşacak
bir şeyimiz kalmayınca hemen tariflerini yapmaya kalktığımız herkesin
bildiği bir sır... Onun, kainatın özü olduğunu bildiğimiz halde, kainatı
anlayamadan her nasılsa özünü çabucak kavrayabildiğimiz bir garip
efsun...
Ve hatta hayatımızın durağanlaştığı anlarda yardımımıza koşan şuursuz duygu esnemesi...
Oysa onun korunda nice
canların pervane olduğunu dinlemişizdir asırlar boyunca. Ve hiç kum
görmeyen kaç Mecnunun, daha Kays olmadan daldığını ve çıkamadığını onun
çölüne...
Kurtaramayacaktır biliriz kendini insan, her nedense hep boş bir anında yakalanacaktır ona.
Bülbüle düşman olma
pahasına güller devşirilecektir, sevda bahçesinden cana, canana dosta.
Çile yine bülbüle düşerken, gazeller yazmak kalacaktır insana. Ve o değişmez kural girecektir devreye. Birilieri acıyı yaşarken birileri edebiyatını yapacaktır büyük bir gururla.
Karşılıksız sevgi yanılgısında eritilecektir o ulvi duygu, belki de çoktan seçmeli bir soruda çıkacaktır karşımıza.
Sev-gi hecelerini yan
yana getiremeyen nice şaşkınlara aşık sultası vurulacaktır. Onlar aşkın
sayesinde yücelirken aşk onların sayesinde alçalacaktır. Her vuslatın
bir ayrılık habercisi olduğunu bilmeyen bilmem kaç Leyla dublör kalacaktır. Karanlık bir mağarada ererken hayatın sırrına, nice dervişler yoldan çıkacaktır. Ve belki de aşk ucuz bir cafede tatmin olmayan duygulara esir olacaktır.
Alıntı: Değirmen Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder